Recep Durul
Pandemi öncesi dönemde enerji fiyatlarındaki oynaklıkla başlayan Türkiye’nin makroekonomik görünümündeki bozulmalar, küresel sorunlarla birleşince, ilerleyen yıllarda daha büyük sorunlarla mücadele edilmesini gerektiren bir döneme kapı araladı. Hem kamu hem de özel kesim piyasa oyuncuları bir an önce pandeminin bitip küresel ekonomide normal ekonomik dinamiklere dönmeyi beklemeye başladı. Tüm dünya ümitle Covid-19 virüsünün öldürücü etkisinin azalacağı günleri beklerken ve “tamam artık bitti” dediğimiz anda patlayan Ukrayna krizi küresel ekonomi ve uluslararası ticarete pandemi kadar olmasa da ağır bir darbe daha vurdu. O günden bugüne ne Türkiye’de ne de dünyada ekonomik ilişkiler ve dış ticaret işlemleri bir türlü eski değerlerine ulaşamadı. 
Küresel tedarik zincirinin Çin’in aldığı ağır virüs darbesi ile kırılması yanında, Ukrayna savaşı dolayısıyla başta AB ülkeleri olmak üzere birçok ihracat yapılan ülkenin enerji krizi ile mücadele ederken içe kapanmaları, zaten kötü bir dönem geçiren küresel ekonominin iyice daralmasına yol açtı. 
Küresel ölçekte bu sorunlar yaşanırken, Türkiye’de yerel ekonomik sorunlar da bu sorunlara eşlenik edince bilhassa ihracatçı firmalar açısından oldukça uzun süren ve zorlayıcı bir dönem yaşanmaya devam ediyor. Türkiye’nin pandemi döneminden beri hızla artan enflasyon sorunu, özel sektör ve kamu sektörü yatırımları ve harcamalarına ciddi olumsuz etkiler yaptı. Bu nedenle, özellikle 2023 yılbaşından bu yana TCMB tarafından uygulanan sıkılaştırıcı para politikaları ve Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yürütülen sıkılaştırıcı maliye politikaları, enflasyonu kabul edilebilir seviyelere çekmeye çaba sarf ediyor. 
Enflasyonun uzun zamandır çift hanelerde seyretmesi, bu ekonomi hastalığının doğal sonucu olarak özellikle ücretli ve dar gelirli kesim üzerinde ekonomik sorunların artmasına ve yoksullaşma baskının derinleşmesine yol açmaktadır. Bir yandan mal/hizmet fiyatları hızla artarken ücretli kesimin ücret artışları mal/hizmet fiyat artışları nispetinde gerçekleştirilemediğinden enflasyonun olumsuz etkileri bu kesimi daha fazla etkilemektedir. Gelir dağılımında bozulmalara sebep olan yüksek enflasyonun bu olumsuz etkilerini en aza indirgemek için hükümetimiz son dönemlerde asgari ücrette, asgari yaşam standardını korumak maksadıyla önemli iyileştirmeler yapmıştır. Hemen ifade etmek gerekir ki başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizde konut fiyatlarında ve kiralarda yaşanan astronomik yükselmeler, artan yakıt fiyatlarına paralel olarak artan ulaşım masrafları, pandemiden bu yana hafiflemekle birlikte normal düzeyine inmeyen gıda fiyatları orta ve dar gelirli kesim üzerinde ağır bir baskı yaratmıştır. Bu tür olumsuzlukları gidermek maksadıyla asgari ücretlere yapılan zamlar gerçekten insani ve gereklidir. 
Ancak düşük gelirli grupları korumak maksadıyla yapılan bu iyileştirmeler, çalışan kesim açısından olumlu bir gelişme olmakla birlikte, işveren kesim açısından maliyetlerin hızla yükselmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada bir iş insanı olarak kastımız kesinlikle asgari ücretlerinin yükselmesine muhalefet ettiğimiz değildir. Elbette çalışanların yaşam düzeylerinin insani seviyelerde olmasını sağlamak hem ülkemizi yönetenlerin hem de işverenlerin görevidir. Ancak zaten uzun zamandan beri ekonomik türbülans içinde olan işletme sahipleri, artan üretim maliyetleri ile birlikte artan asgari ücretler nedeniyle giderek daha büyük bir yük altına girmektedir. Uzun süreden beri devam eden hammadde ve ara mal girdi fiyatlarının hızla yükselmesi, maliyet enflasyonu kanalıyla üretim maliyetlerini artırırken, artan vergiler ve diğer maliyetlerle özel sektör üretici kesim açısından şartlar giderek güçleşmektedir. Diğer girdilerde yaşanan fiyat artışlarına işçi ücretlerindeki artışlar da eklendiğinde üretim maliyetleri özel sektör işletmeleri açısından yönetilemez düzeylere çıkabilmektedir. Maliyetlerde yaşanan bu hızlı artışlara paralel düzeyde ya da aynı hızla ürün satış fiyatları yükseltmeleri yapılamaması, bu işletmelerin kar marjlarında önemli aşınmalara sebep olmaktadır. Özel sektör açısından üretimin devam etmesi için en temel motivasyon olan kar marjlarında yaşanan aşınmalara işveren primleri ve artan işçi ücretleri eklendiğinde, düşük kar oranları ile üretim yapan işletmeler açısından üretim maliyetleri döndürülemez noktalara gelmektedir. Bu nedenle işçi ücretlerinde işveren paylarına devlet desteğinin artırılması, üretim işletmeleri açısından önemli bir katkı olacaktır. 
Öte yandan TL/dolar paritesinde TL’nin değerinin yüksek olması da ihracatçı firmalar açısından uluslararası piyasalarda fiyat rekabeti konusunda dezavantajlı durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. TL’nin bir miktar daha düşük değere çekilmesi, uzun zamandan beri önemli sorunlarla boğuşan ihracatçı işletmeler açısından büyük bir rahatlama sağlayacak ve fiyat avantajı ile mal satışlarında önemli bir artış sağlanmış olacaktır. 
Zaten oldukça zor bir dönemden geçen küresel ticarette yerini koruma çabası içinde olan ihracatçı firmalar devlet tarafından sağlanacak bu desteklerle varlığını daha güvenle sürdürme imkanına sahip olacaklardır. Unutmayalım ki enflasyonu düşürecek olan stratejiler sadece faiz oranlarını yükseltmeden ibaret değildir. Reel ekonominin önünün açılarak üretim ve yatırımların artırılması da enflasyonla mücadelede çok güçlü bir araçtır. Beklentilerin olumlu, kurun stabil ve üretimin istikrarlı olduğu bir ekonomide enflasyon hızla olması gereken seviyelere çekilecektir. Ayrıca, üretimin, yatırımların ve istihdamın arttığı ekonomide firmaların da karları artacak, yükselen karlarla birlikte devlet de daha yüksek vergi gelirleri elde etme imkanına sahip olacaktır.