Recep Durul

Son yıllarda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle yarıştığı en önemli rekabet alanlarının başında kuşkusuz ihracat geliyor. İhracat, bir ülkenin yerel ekonomisinde dolaşımda olan ve alınıp satılan bir mal ya da hizmetin ülke dışıda talep eden alıcılara satılması olarak tanımlanabilir. Her ülke ürettiği mal ve hizmetleri yurt dışı pazarlarda satarak milli gelirini artırma telaşında. İhracat öyle önemli bir kalem ki cari açığın kapanmasından bütçe denkliğine, merkez bankası rezervlerinin artırılmasından ülkenin ihtiyaç duyduğu ve yurt dışından ithal etmesi zaruri olan ham madde ve ara mal tedariği için ihtiyaç duyulan finansmanın sağlanmasına kadar çok farklı alanlarda hayati öneme sahip. Aslında her ülke kendi liginde rekabet halinde. Teknolojik yönden gelişmiş ve Ar-Ge ürünleri üreterek markalaştırmış olan ülkeler kendi aralarında rekabet ediyorlar. Bilgisayar, otomobil, cep telefonu gibi teknolojik ürünler üreten ülkelerin geliştirdikleri markaların birbirleriyle kıyasıyla rekabet ederek uluslararası piyasalarda daha fazla yer alma ve küresel pazarın daha büyük bir kısmına sahip olma çabasına ülke yönetimlerinin ve siyasetin bile dahil olduğuna şahit oluyoruz. Huwai telefon markasının küresel Pazar payını artırması üzerine dönemin ABD başkanı Trump’ın talebi ile Huwai firma sahibinin kızı olan ve aynı zamanda şirketin üst düzey yöneticisi hanımefendinin Kanada’da göz altına alınması, Çin menşeili Huwai markasına karşı ABD’nin operasyonu olarak algılandı.  Orta teknoloji üreten ülkelerle teknoloji fakiri ülkeler de kendi aralarında rekabet halinde küresel pazardan pay kapmaya çalışıyorlar. Yüksek teknoloji üreten ülkelerin ürün fiyatları ile değil, marka değeri, garantiler ve yeni modeller üzerinden fiyatta asla indirim yapmadan geliştirdikleri ihracat stratejileri, bu ülkelere her türlü ekonomik, sosyal ya da siyasi şok durumlarında bile ihracat yapma güvencesini veriyor. Örneğin Tayvan’da üretilmekte olan yarı iletken çipleri, Tayvan’la siyasi gerilimler yaşayan ülkeler de satın almaya devam etmek zorunda. Buna mukabil, orta ve alt teknolojik ürünler ile tarım ürünleri satışları üzerinden gerçekleşen uluslararası ticarette ihracat stratejileri birden farklılaşır. Örneğin domatesi sizin ülkeniz yanında onlarca Afrika ya da Asya ülkesi de üretiyorsa, uluslararası pazarda en yüksek kalitede domatesi en düşük fiyattan satmanız gerekir. Öte yandan kaç kilo domates satışı, 1 adet cep telefonundan ya da otomobilden elde edilen geliri ülkeye kazandıracaktır?

İşte bu gibi sorular Türkiye gibi gelişmekte olan ve orta düzeyde teknoloji kullanarak mal üreten ülkeler açısından ihracat stratejilerini belirlerken önem arz ediyor. Özellikle pandemi sonrasında dünya ekonomisi çok farklı bir aksa kaydı. Küresel tedarik zincirinin kırılması üretim maliyetlerinde önemli artışlara sebep olurken, ülkeler üretim için yurt dışından ihtiyaç duydukları hammadde ve ara malı artık eskisi gibi Çin’den kolayca ve ucuz olarak bulamaz hale geldiler. Ama her tehdit bir fırsat barındırır sözünden hareketle, bu sıkışma, yeni kaynakların ve yeni tedarik merkezlerinin oluşmasını sağladı. Pandemi sonrası dönemde ayrıca iş modellerinde ve üretim tekniklerinde de önemli değişimlere şahit olduk. Hibrid çalışma modellerinin firmaların sabit maliyetlerini azalttığı gözlenerek pandemi sonrası dönemde de birçok firma tarafından uygulanmaya devam etmesi, çalışma saat ve iş planlarında yapılan değişikler gibi düzenlemeler, firmalarda üretim maliyetlerinin en azından işgücü tarafında kısmen azalmasını sağladı.

Türkiye açısından da uluslararası ticaret ve ihracat noktasında yaşanan değişimler diğer ülkelerden çok farklı değildi. Orta düzeyde teknoloji üreten ve kullanan bir ülke olarak Türkiye’nin de artan enflasyonunu düşürme, ödemeler dengesi açıklarını azaltma, sermaye birikimini sağlama gibi öncelikli ekonomik sorunları var. 2023 yılbaşından bu yana gerek TCMB gerekse Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan sıkılaştırıcı para ve maliye politikalarının en önemli hedefi enflasyonu düşürerek ekonomiyi kırılganlıktan çıkarıp daha stabil hale getirmek. Ancak, enflasyonla mücadele stratejilerinin en önemli maliyetleri, ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecek ekonomiyi soğutma politikalarının yoğun olarak uygulanma zorunluluğudur. Geçtiğimiz günlerde TCMB, politika faizini 500 baz puan artırarak %40’a yükseltti. Uzun zamandan beri devam eden negatif faiz uygulaması da bu kararla son bulmuş oldu. Artık tasarruf sahiplerinin önünde yatırım yapmakla parasını vadeli mevduata yatırmak arasında seçim yapma dönemi başladı. Yüksek faiz, bireyleri tüketim yerine tasarrufa teşvik edecek, talebin daralması ile enflasyonun düşmesi sağlanmış olacak. Yatırımcı açısından TL daha güvenli bir liman haline gelecek ve geçtiğimiz aylarda yaşanan TL’den uzaklaşma ve dövize yüklenme tercihi de kısmen hafiflemiş olacak. Bu durumda TL, dolar ve euro karşısında görece değer kazanmaya başlacaktır. Ancak faiz artırımı ilan edildiğinde ilk dakikalarda kısmen gerileyen kur, yeniden stabil hale geldi ve TL/dolar kurunda önemli bir gerileme olmadı.

İhracatçılar açısından bakıldığında, yukarıda belirttiğimiz gibi orta teknoloji üreten bir ülke olarak Türkiye’nin rekabetçi kura sahip olması önemli. Zira dış pazarda sattığı malları satan rakip ülkeler çok sayıda. Bu ülkelerle rekabet ederek daha fazla ihracat geliri elde etmek için fiyat rekabeti önemli bir parametre. Bu nedenle ihracatçı firmalar genellikle TL’nin daha düşük değerli olmasını tercih ederler. Çin, örneğin, ihracatına katkı sağlaması için yuanı bilerek bir miktar düşük değerli tutuyor. Düşük değerli yuan stratejisi, birçok hammadde ve ara malını da Çin kendisi ürettiği için işe yarıyor. İhracat için avantajlı olan yerli paranın bilinçli olarak bir miktar düşük değerde tutulması stratejisi, hammadde ve ara mal girdisini yurt dışından tedarik eden ülkeler açısından avantajını kaybediyor. Bir yandan ulusal paranın daha düşük değerde tutulması ihracatta rekabet avantajı sağlarken, üretim için hammadde girdisi için daha fazla kaynak aktarma zorunluluğu, üretim maliyetlerinin artmasına yol açıyor. Firma bu durumda ya ürün fiyatını artırmak ya da kardan zarar ederek malını satmaya devam etme arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor. Malın fiyatının artması rekabet gücünü olumsuz etkilerken, maliyetler artarken ürün fiyatının düşük tutulması sürdürülebilir bir kar düzeyin sağlanmasını giderek güçleştiriyor.

Tüm bunların ötesinde ihracatçılar açıdından daha önemli olan konu, kurun kaç olduğundan ziyade ne kadar stabil olduğudur. Gerçekten de tekstilden inşaata, tarım ürünlerinden otomotive birçok ürünün uluslararası satış bağlantıları aylar öncesinden yapılmaktadır. Benzer şekilde üretim için yapılan planlamalar çerçevesinde üretim için gerekli olana hammadde ithalat planmalası da bu çerçevede organize edilmektedir. Kurun uzun dönem boyunca belli bir oranda stabil kalması alım-satım-üretim-maliyet vb kararlarında doğru hesaplamaların ve doğru projeksiyonların yapılmasını kolaylaştırır. Aksi durumda yurt dışından pahalı olarak aldığı hammaddeyi kullanarak diğer üretim girdi maliyetleri ile birlikte üretim yapıp belli bir fiyattan satmayı planlayan ihracatçı firma, kurdaki oynaklık dolayısıyla maliyetlerinin çok altında bir rakamdan ürününü satmak zorunda kalabilir. Bu da küçük ve orta büyüklükte birçok ihracatçı firma için oldukça riskli bir durumdur. Bu nedenle politika yapıcıların sadece TL’nin yabancı paralar karşısında değerini koruma ve enflasyonu düşürme stratejilerini değil, aynı zamanda stabil, öngörülebilir bir kur politikasını da dikkate alarak ekonomi politikaları geliştirmelerinde hayati önem vardır.

Öte yandan ihracat pür bir uluslarası mal alım satımı değildir. Uluslararası ticaret, siyasi ilişkilerin ve ülkeler arası ekonomik ve sosyal bağların oldukça etkin olduğu bir konudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın son dönemlerde Orta Doğu, Avrupa ülkeleri yanında uzak Asya ve Türki Cumhuriyetleri ile gerçekleştirdiği görüşmeler ve işbirliği çabaları, ihracatçı firmaların ilgili ülkelerde daha etkin satış yapabilmeleri açısından oldukça önemlidir.

Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz, geçtiğimiz günlerde “büyümeden taviz vermeden enflasyonla mücadele edeceğiz” açıklamasında bulundu. Enflasyonla mücadelede uygulanan sıkı para ve maliye politikalarının doğal olarak hedefi iç talebi kısmaktır. Bu da ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler. Bir başka deyişle ekonomik büyüme hızını düşürme enflasyonla mücadelenin bedeli ya da fedakarlığı denebilir. Bu fedakarlığı en aza indirmenin yolu ülkeye döviz getirebilmektir. Bunun yollarından birisi portföy yatırımları ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmektir. Bu yol için yabancı yatırımcıları faiz kazançları ve cazip yatırım imkanları ile ikna etmek gerekir. Bunun yanında ihracat üzerinden de önemli bir sermaye girişi sağlamak mümkündür Bu çerçevede, devletin ihracatçı firmaları koruyucu ve destekleyici teşvikler sağlaması oldukça önemlidir. Bilhassa teknoloji üreten endüstri firmalarının daha büyük destek ve teşvik almaları, daha yüksek ihracat gelirleri sağlamanın ve ilgili alanlarda markalaşmanın önüün açılması, kalıcı ve güçlü ihracat gelirlerini de beraberinde getirecektir.

Ülkemizin ekonomik sorunlarını aşması ve istikrarlı büyüyen ekonomiye sahip müreffeh bir ülkede yaşamak bütün vatandaşlarımızın en büyük dileğidir. İhracatçıların önlerindeki engellerin hafifletilerek çeşitli teşvikler ve avantajlı kredilerle desteklenmeleri, son dönemde içinden geçmekte olduğumuz ekonomik güçlüklerin hafiflemesine çok büyük katkı sağlayacaktır.