Hukuk, soğuk formel bir olgudur; hiç kimseye öfke duymaz. Kin, hukuk normları arasında yer almaz. Hiçbir hukuk kuralı, nefreti bir hüküm, bir yargı ve karar mekanizması haline getirmez. Hukuk, tarafsız, hissiz, nötr bir noktadadır. Hukukun duyguları olmaz; çünkü o çok önceden ihtilafları tanımlamıştır. Hiçbir ihtilaf, hukuk için sürpriz sayılmaz; o günü geldiğinde tarafsız bir noktadan kendi hükmünü açıklar sadece. Bu niteliklere sahip olduğu içindir ki, hukuk güvenilir bir birleştiricidir.
Ama eğer hukuk kurallarına kendi öznel niyetlerinizi yükler ve sadece sizin hizmetinizde, sizin amaçlarınıza uygun işler görmesini dayatırsanız, istismar edilen her şey gibi, hukuk da kısa sürede tarafsız niteliklerini kaybeder ve yozlaşır. Ve yozlaşan her şey gibi, bir kez yozlaşmaya alıştırılan hukuk da eninde sonunda gelip onu yozlaştıran güce ayak bağı olur. Ve hiç kuşkunuz olmasın, önce sizi vurur.
Vatandaşlarına öfke duyan bir devlet, her şeyden önce ve her şeyden öte, öncelikle, devlet olma vasfını yitirir. Vatandaşlarına kin duyan bir iktidar, sadece bu kindarlığı nedeniyle artık milletin birliğini temsil edemez. Öfke, kin ve nefretle hareket eden bir siyasi güç, halkına, vatandaşına sadece saf kötülük yapmaz, o artık toplumsal mutabakatları, toplumsal birleştirici duyarlılıkları ve birliğin bütün çimentolarını tahrip eden bir kontrolsüz güçtür. Normal hukuk devletlerinde, devlet, bütün vatandaşları arasında eşit mesafede konum alır.
Hukuk ile oynamak milletin birliğiyle oynamaktır. Birbirimizi hiç kandırmayalım, siyasetten kutuplaşmanın zirvesini yaşıyoruz. Ekonomik olarak da kapatılması, telafi edilmesi mümkün olmayan büyük gelir uçurumlarına sahibiz. Kültürel olarak mahallerimize kadar ayrışmışız. Sosyal olarak uzlaşması imkansız mezhepleri gibi ayrı dünyalara sahibiz. Bu toplumu bir arada tutan yegane birleştirici çimento, kör topal hukuk sistemimizdir. Eğer tek birleştirici otoriteyi de zedelersek, sığınacak limanımız kalmaz.
Son dönemde yaşanılan hukuk skandalları, artık bu son sığınaktan da epeyce uzaklaştığımıza işaret ediyor. Eğer herkes hukuku kendi amaçlarına bu kadar uygun hale getirmeye çalışırsa, güven duymak için kimin kapısını çalacağız? Hukuk çocuk oyuncağı değil ve hukukla oynamak çok tehlikeli sonuçlara gebe olur.
Bir ülkede siyaset, hukuka bu kadar muhtaç hale gelmişse, o ülkede demokrasi iflas etmiştir. Hukuk iktidarların koruyucusu değildir. Hukuk her şeyden önce halkı korur. Hukuk, halkı korumakla mükelleftir. Korumaya ihtiyacı olan halktır, iktidarlar değil. İktidarlar gelip geçicidir. Halk kalıcı. Hukuk, halkın hak ve özgürlüklerini iktidarlara karşı korur. Hukuk, iktidarı halktan korumaz. İktidarlar büyük ve güçlüdürler, başlarının çaresine bakabilirler ama halk öyle değil. Halk hakikatten güçsüz ve korunmaya muhtaçtır. Zaten durum böyle olduğu için, insanlık hukuk devleti diye bir kavram yaratmış ve demokrasisini hukukun üstünlüğüyle garanti altına almaya çalışıyor.
Bir ülke ya da devlette siyasetten yanlış işler yapmak telafi edilebilir ama bir ülke ya da devlette hukuken yanlış işler yapılıyorsa, telafisi mümkün olmayan bir yola sapılmış demektir. Hukuku hafife alanların başı beladan kurtulmaz.
Her hukuk devletinde, haklar, özgürlükler ve sorumluluklar yasayla tanımlanmıştır. Suçlar ve bu suçlar için ilan edilmiş cezalar da önceden belirlenmiştir. Suç ve cezanın nasıl bir yargılama sürecine tabi tutulacağı da önceden hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla hem yargı süreçleri hem de karar süreçleri bir gelenek olarak belirlenmiş bir yol haritası izlerler.
Ama galiba Türkiye’de bu gelenek ve yol haritası artık bir meşruiyete sahip değil. Önce Ahmet Altan davasında zikzaklar çizildi, şimdi de aynı zikzaklar Osman Kavala davasında çiziliyor. Önce beraat ettir, sonra yeni bir dava uydur ve tekrar tutuklat. Gerekçe, darbe yapmaya kalkışmak. Biraz vicdan sahibi, biraz izan sahibi herkes çok iyi bilir ki, bu ülke de darbecilikle suçlanabilecek en son iki insan vardır. Biri Ahmet Altan’dır diğeri de Osman Kavala'dır. Bu iki insan ömürlerinin bütününü darbecilerle mücadeleyle geçirdiler. Askeri vesayetle en uzlaşmaz mücadeleyi, en çok, bu iki insan sergiledi.
Bu ülkede sivil toplum diye bir kavram varsa, bu kavramın içeriğini bu iki insan hakkaniyetle doldurdu.
AK Parti iktidarı, bir iktidar bloğu olarak, bugün bu askeri vesayetçiler ile aynı siyasi yelpaze içinde yer aldığı için, gerçek sivil toplumculara öfke duyuyor, kin kusuyor ve hukuku araçsallaştırarak, intikam alıyor.
Ahmet Altan ve Osman Kavala’ya reva görülen kader, askeri vesayetçilerin intikamından başka bir şey değildir.