İran' da bir iç kavga var. Türkiye üzerinden Suriye ve gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçim kavgası yaşanıyor. Düne kadar İstanbul' u isteyen Tahran, dün dönüverdi. Bu tutum da, Erdoğan' ın genel yaklaşımına hiç uymuyor. Başbakan yüzüne karşı söylenene inandı mı, bitiyor. Sonraki kıvırtmaları kişisel alıyor ve kızıyor. İran bu son çizgiyi ya geçmek üzere ya da dün geçti...

Boş yere "Şark' ta oyun bitmez" dememişler.

Daha düne kadar, genel izlenim Türkiye' nin içeride ve dışarıdaki tüm eleştirilere rağmen, nükleer enerji konusunda İran’ ın yanında yer aldığı şeklindeydi. Gerçekten de, Ankara elinden geleni yaptı. Hele şu geçen haftaki Tahran ziyaretinden çok umutlu dönüldü. Türkiye' nin amacı, İsrail veya ABD' nin askeri bir müdahalesini önlemek ve bu sorunu müzakerelerle çözmekti.

Erdoğan' ın İmam Hamaney ile görüşmesi son derece önemliydi. Şiilerin lideri, Türk Başbakanı' na "Toplu imha silahı yapmanın dinimizde günah sayıldığını" söyleyince iş bitti. Erdoğan ve Davutoğlu inandılar. Kefil olmasalar dahi, kendi içlerine sindirdiler. Bunu da hem batı dünyası hem de bizlerle açıkça paylaştılar.

Yani İran' ı kollamayı gönülden benimsediler.

Tahran'da önümüzdeki nükleer görüşmelerin İstanbul' da yapılmasına da yeşil ışık yakılmıştı. Zaten İran, başından beri İstanbul’ u istiyordu. Batı biraz uzak dururken, Tahran ısrarlıydı. Sonra herşey değişiverdi. Önce kabul edenler, ardından İstanbul' u reddetip Bağdat veya Şam'ı önerdiler.

İşte o noktada da ip koptu. İranlıların Erdoğan' ı hiç tanımadıkları anlaşıldı. Zira bu tip yaklaşımlar, Başbakan' ın stiline hiç uymuyor. Erdoğan birine inandı mı, inanıyor. Ardından, çeşitli gerekçelerle bu tutum değişince, çok kişisel alıyor ve aldatıldığı sonucuna varıyor. Kızıyor ve kızgınlığını da saklamıyor.

Bu defa da öyle oldu. İran' a şimdiye kadar duymadığımız sertlikle bir yanıt verdi. İpe un sermekle, kendilerini yanlızlaştırmakla suçladı.

Peki neden?

Herşey Suriye konusundaki görüş ayrılığı ve gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçimleri kavgasıyla bağlantılı. Suriye' nin, İran için Türkiye' den daha önemli olduğu anlaşıldı.

Hele İstanbul' daki “Suriye Dostları” konferansı, İran' daki iç kavganın da katkısıyla ön plana çıkarıverdi. "Suriye' nin düşmanlarının toplandığı İstanbul'a gidilmez" diyen radikaller ayaklandılar. Herne kadar iktidar tersini söylese dahi, Türkiye hiç alışık olmadığı saldırılar karşısında patladı.

Bu olay Türk-İran ilişkilerinde derin bir yara açmıştır. Başbakan tepkisiyle de doğrusunu yapmıştır. İran, belki bu şekilde Türkiye' yi kaybetme çizgisine geldiğini, hatta geçtiğini görür. Hiç değilse, artık karşısında, tüm baskılara rağmen ona ters bakmayan bir Türkiye bulamayacağını anlamalıdır.

Tahran, buna dış siyaset diyorsa, çok hata ediyor.

Bölgedeki taşlar yavaş yavaş ve farklı şekilde yerlerine oturuyor.

KURALA UYGUN CİNAYET...

Aradan 100 gün geçti. TSK son derece ince ve ayrıntılı incelemelerde bulunduktan sonra, Uludere' de 34 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan olayın raporunu açıkladı.

"... Harekat, sınırdışı operasyon kurallarına  uygun şekilde gerçekleştirilmitir..."

İşte bu kadar.

Peki neymiş bu kurallar?

Kim bu emri vermiş?

Oradan yine 20-25 kişilik bir gurup geçse bombalanacak mı?

O zaman bölgeyi tümüyle kapatın ve uçan kuşun dahi öldürüleceğini açıklayın.

Bunca yıldır oralarda kaçakçılık yapıldığını ve bu grupların gidip geldiğini herkes biliyor da, TSK bilmiyor demek ki...

Olmadı.

Buna açıklama değil " Biz bir halt ettik, fazla üstümüze gelmeyin " demektir.

CEZAEVİ KİMİN HINCINI ALIYOR ?

Anlayabilmiş değilim.

Mustafa Balbay çığlık atıyor. "Artık yeter. Aylardan beri tek başıma bir hücrede tutuluyorum. Beni normal bir koğuşa alın" diyor.

İnsan tek başına hücrede delirir. Kendinizi böyle bir durumda düşünün, çıldırmaz mısınız?

Üstelik Balbay, ne cinayet işlemiş , ne içerde kargaşa çıkarıp gardiyan dövmeye kalkmış, ne etrafa saldırmış. Cezaevi yetkilileri hücre kararı vermişler ve gerekçesi de şu: İşlemiş olduğu suç gurubu ve tutuklunun konumu buna müsait değil..."

Hoppala...

Baybay' ın ne suç işlediği konusunda henüz mahkeme bir karar vermedi ki. Resmi sıfatı “Tutuklu” olmanın ötesine geçmiyor. Üstelik bu insan milletvekili seçildi ve tüm uygulamalara karşı hapishanede tutuluyor.

Yargı sistemi bu yaklaşımlarıyla nasıl döküldüğünü göstermesine gösteriyor da artık bu gösterinin Balbay gibi diğer tutuklular üzerinden sergilenmesine de gerek yok.

Ayıbın da ötesine bir tutumdur bu...

SERDAR' DAN KENDİMLE İLGİLİ YENİ BİR ŞEY ÖĞRENDİM...

Gerçekten de doğru. Ben her yazardan birşeyler öğrenirim. Bunların arasında Serdar Turgut da vardır. Son derece ilginç açılardan bakmasını bilen, küfesi dolu olan, köşe yazarlarımızın birinci ligindeki bir isimdir.

Geçenlerde, polisin sertliği konusunda köşelerimizden karşılıklı konuştuk. Benim çok naif davrandığımı yazmış, ben de karşılığında polis sertliğini hiçbir zaman kaldıramadığımı belirtmiştim. O da bana, Çarşamba kapanış yumruğu attı ve beni " Batının yüreği sürekli kan ağlayan liberallerinden biri olarak" niteledi. "Onlar her olayda, görüntüde ezilenin yanında tavır almayı siyaseten doğrucu tavır olarak görürler ve bu tavırları nedeniyle daima alkış alıp onaylanırlar. Oysa o tür durumlarda önemli olan, bazı koşullarda şiddet uygulayan polisin haklı olabileceğini görebilmektir..." deyip, bir de dostça olduğunu tahmin ettiğim bir uyarı da bulunuyor: " Birand bunu maalesef yapamadı ve hiç istemeden Ergenekon oyununa düşüyor..."

Tamam notumu aldım. Demek ki böyle bir izlenim vermişim.

Yine de kısa kapanış: Polis tabii ki şiddet arayanlara şiddetle karşılık vermelidir. Ancak domateslerle patatesleri çok sık şekilde birbirine karıştırır ve 15 kişilik öğrenci gösterisinden tutun, gariban işçi veya sendikacı gösterilerini de gazlarsa o zaman da tepki alır.

SUZAN SABANCI’ NIN KESESİNE BEREKET...

Cunda adasındaki, eski “Aydimitri ta Selina” tapınağı, yeni adıyla “Ay Işığı Manastırı” nın 3 yıllık restorasyonu tamamlandı. Suzan Sabancı Dinçer' i alkışlamamak elden gelmiyor.

Koskoca bir bravo.

Eski hali felaketti. Yüzde 80' i yıkılmış bir harabe halindeydi. Suzan ne yaptı etti, deveyi hendekten atlattı ve izinleri aldıktan sonra, restorasyon işine girişti. Ortaya bir harika çıktı.

Dikkat edecek olursanız, etrafta dolaşıp "İşte şu kadar para harcadım" diye de övünmüyor.

Etrafını kapatıp içeride kendisi ve ailesini de oturtmuyor.

Ben böyle insanlarımıza bayılıyorum.

Onların daha da fazla para kazanmalarının bu ülkeye çok daha yararlı olacağına inanıyorum.

Bu arada, ceplerinde akrep dolaşan ve her kazandıklarını abuk sabuk harcayan tiplerimizin de kulaklarını çınlatmadan edemiyorum.

TAM BİZE GÖRE İŞ : 10 DAKİKA AĞLA, 80 EURO AL

Çin' in ölüler bayramı başladı. 3 gün resmi tatil. Herkes mezarlara gidiyor, süslüyorlar, boyuyorlar, aileleri ziyaret ediyorlar. Son derece güzel bir gelenek. Bizim bayramlardan bayramlara yaptığımızın hemen hemen aynı. Ancak önemli ve son derece ilginç bir ayrıntısı var. Bizim gazetede okudum.

Bazı Çinli aileler, mezarlığa gidemeyince yerlerine gidecek insanlar kiralıyorlarmış.

İnanılır gibi değil ...

Fiyat tarifesi de var.

Mezar temizleyip, çiçek bırakmak 60 Euro.

10 dakika ağlamak 80 Euro.

Nasıl?

Aklıma hemen bizim uyanıklar geldi. Bunu okuyunca, emin olun indirimli listeler dahi yaparlar (!)