Bugün bile, onca konuşma tecrübesine rağmen, bir yerlerde konuşmaya başladığımda, konuşmanın ilk dakikalarında, kendime, ağzımdan çıkacak cümlelere hakim olamıyorum. Tuhaf bir heyecan, negatif bir enerjinin ani baskısıyla bedenimin her zerresine hakim olur;  öyle ki, ellerimi bile nereye koyacağımı bilemez hale gelirim. Bu tuhaf anlarla neden başa çıkamadığımı hala sorarım kendime ve ister inanın ister inanmayın, bu soruya verebileceğim ikna olduğum bir cevabım yok. Nedenler arasında en olağan şüpheli sebep elbette, kendimi anadilimin güven verici ikliminde ifade etme imkanı bulamayışım yer alır. En ciddi anlarımı hep anadilimin dışında bir dille yaşadım. Anadilin rahatlığıyla hayatı karşılamak büyük bir konfor değil sadece, ne dediğinden tam anlamıyla emin olmak manasında, konuşmacıya ciddi bir huzur da sağlar anadilin rahatlığı.

O gün, o mahkeme salonunda Hakimin sorularına cevap verirken, hiç rahat değildim. Korkuyordum, tedirgindim, kendimi anneme kanıtlamak ve bütün köyün takdirini de kazanmak istiyordum. Bütün bu duygular beynimde ciddi bir basınca yol açıyordu. Zihnim açık değildi. Söyleyeceğim her şeyden emindim ama onları daha etkili cümleler halinde söylemek için can atmama rağmen, ifadelerime istediğim ışıltıyı kazandıramıyordum. İtiraf etmeliyim ki, benim ifade verişim bittiğinde kendimden, ifade performansımdan hiç memnun değildim. Yanlış şeyler söylemek anlamında değil, etkili şeyler söyleyememiş olmanın burukluğunu yaşıyordum. Benim ifade vermem bitti, sıra anneme gelmişti. Ben ona biraz da utangaç bakışlarla bakıyordum. Bir şeyleri eksik yapmış bir insanın mahcubiyetiyle, annemin gözlerindeki gururu arıyordum. Annemin gözlerinde haysiyet ve biraz buğu vardı. Duygulanmış mıydı yoksa yüreği mi yanmıştı, inanın bilmiyorum. Bildiğim tek şey, benden farklı olarak annemin ağzından çıkan tok ve kesin cümlelerdi.

Annem buğulu gözleri ile konuşmaya devam ediyordu. Biliyor musunuz, annemin gözleri renkliydi. Gök kuşağını andıran renk geçişleriyle bezenmişti annemin gözleri; sanki her renk geçişi arasından bir renkli ışık fışkırıyordu, o dünyaya baktığında. Annemle bakışmak benim hiç doyamadığım, unutulmaz hatıralarımın başında gelir.

Ve o renkli gözleri ile konuşuyor gibiydi. ‘’Biz cahil değiliz Hakim Bey’’ diyordu. ‘’Türkçe bilmemek cahillik değildir, Türkçe az bilmek cahillik değildir, esas anadilini konuşamamak cahilliktir. Ve her dili Allah yaratmış, İnsan Allah’ın yaratığı anadilinden utanır mı Hakim Bey?...”

“Bize ‘Dilinizden utanın’ diyorlar

“Günah değil mi?

“Bizim dilimizin kime zararı var?

“Biz hiç bir dilden nefret etmedik.”

Benim söylemeye can attığım, ama söyleyemediğim ne kadar yalın, basit ve söylendiğinde olağanüstü etkiler yaratan cümle varsa, annemin ağzından çıkıyordu.

“Biz Kürdüz Hakim Bey.

“Kürd olarak doğduk

“Evimizde

“Sokağımızda

“Mahallemizde

“Şehrimizde Kürtçe konuşulur…

“Biz Kürtçe yaşıyoruz

“Kürtçe düşünüyoruz

“Kürtçe sevdik..

“Ben eşimle Kürtçe evlendim ve eşim hala tek kelime Türkçe bilmez.

“Ticaret adamıdır eşim.

“Bütün hesabını kitabını Kürtçe yapar.

“Çocuklarım Türkçe okudular ve Türkçe konuşuyorlar şimdi.

“Ama görüyorum ki,

“Türkçe bilmediğimiz için bizden utanıyorsunuz!

“Ben biraz Türkçe konuşunca da kabullenemiyorsunuz!

“Biz ne edelim Hakim Bey?

“Siz söyleyin.

“Ben derdimi hangi dil ile anlatayım size?

“Kürtçe bilmiyorsunuz ki.

“Beni Türkçe de anlamıyorsunuz.

“Size acılarımı kendi dilimle anlatayım.

“Ben bir anneyim Hakim Bey?

“Daha bir kaç yıl oldu, 19 yaşında ki kız evladımı kaybedeli.

“Niye kıydı canına biliyor musunuz?

“Kelepçe takılan evlatlar geri gelmiyor korkusuyla abilerini bir daha göremeyeceğini düşündüğü için canına kıydı kızım benim.

“Bu korkuyu sarmışlar yüreğimize.

“Evlatlarımız geri gelmiyor hapishanelerden.

“Ama bugün evladımı geri götüreceğim.

“Ya da ben de geri dönmeyeceğim.”