Çevik Bir Paşa tutuklanmadan önce, “28 Şubat’ı yapmasaydık asıl o zaman suçlu olurduk” demiş. Bu sözdür, Türkiye’de ‘askeri vesayet sistemi’nin çerçevesini çizen...
 

 

Gazeteler yazıyor:  Çevik Bir Paşa, 28 Şubat’tan dolayı tutuklanmadan önce, “Yapmasaydık asıl o zaman suçlu olurduk” demiş...
Bu sözün altını çizin.
Bu söz, Türkiye’de ‘askeri vesayet sistemi’nin çerçevesini çiziyor.
Çünkü bu ülkede askerin siyasete karışması ve askerin elinin sivilden güçlü olması öteden beri kâğıdına uydurulmuştur.
Askeri darbelerin ürünü olan anayasa ve yasalarla askerin kırmızı çizgileri rejimin etrafına çizilmiş, böylece siyasete asker müdahaleleri kâğıt üstünde kılıfına uygun hale getirilmiştir yıllar boyu.
Çevik Bir Paşa’ya, “Asıl yapmasaydık suçlu olurduk” dedirten de budur.
Oysa, askeri otoritenin seçilmiş sivil otoriteye tabi olması ya da temel askeri konularda ‘son söz’ü hükümetin söylemesidir demokrasilerin olmazsa olmazı.
Tersi, demokrasi değildir.
Ya da ikinci sınıf demokrasidir.
Yani bizimkidir.
Elbette teslim etmek gerekir. Bizde de taşlar yerinden oynamış durumda.
Bir geçiş dönemindeyiz.
Artık biz de darbelerden, darbe tertiplerinden hesap sormaya başladık.
Türkiye’nin temel konularında son söz artık Genelkurmay değil, hükümet tarafından söyleniyor. Askerin sesi de eskisi gibi duyulmuyor.
İyi güzel.
Fakat henüz birinci sınıf olamadık. Asker-sivil ilişkileri konusunda da sınıf atlayabilmiş değiliz.
Çünkü, bu konudaki yapısal değişiklikler, anayasal düzenlemeyi gerektiren kurumsal ayarlamalar hâlâ bekliyor. Hükümet bu bakımdan ipe un sermeye devam havasında.
Gerçek bu.
Çok iş var yapılması gereken.
Askeri yargı reformu bekliyor. Bu ülkede yargı hâlâ iki başlı, biri askeri, diğeri sivil..
Halen Başbakanlığa karşı sorumlu olan Genelkurmay Başkanlığı, demokrasilerde olduğu gibi Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı.
Ayrıca, Genelkurmay’ın normal bir demokrasi ile bağdaşması mümkün olmayan yetkileri hâlâ yerli yerinde.
Eğer demokrasi diyorsak, Genelkurmay Başkanı Bakanlar Kurulu tarafından atanmalı.
Yüksek rütbeli subayların terfiinde de son söz Bakanlar Kurulu’nda olmalı, ancak yetkinin kullanımı askerle işbirliğine dayanan bir sistemle kullanılmalı.
Jandarma’ya gelince...
İçişleri Bakanlığı’na bağlı olması kuralı korunurken, jandarmanın bünyesindeki tayin ve terfileri sivil otoriteye tabi kılmak gerekir.
Türkiye’de siyasal kurumların askerileşmesi, askeri makamların siyasallaşmasında önemli faktörlerden biri, güvenlik ve savunma kavramlarının iç içe geçmesidir.
Bu yüzden, güvenlik ve savunma kavramları birbirinden ayrılmalı, dış tehditler savunma hizmetleri çerçevesine sokulmalı ve bundan TSK sorumlu kılınmalıdır.
27 Mayıs darbesinden beri anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu darbeden önceki gibi, Milli Savunma Üst Kurulu adı altında yeniden yapılandırılmalı ve başbakanın başkanlığını yaptığı kurula askeri otoriteyi temsilen sadece Genelkurmay Başkanı katılmalıdır.
Bugün bile anayasal dayanaktan yoksun olan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi, Milli Savunma Siyaseti Belgesi adı altında, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanmalı ve TBMM’de tüm siyasi partiler tarafından müzakere edilerek kabul edilmelidir.
1971’deki 12 Mart Muhtırası’yla yapılan Anayasa değişikliğiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harcamaları Sayıştay’ın denetimi dışında bırakılmıştı.
Bu madde 2004 Anayasa değişikliğiyle kaldırılmış, askeri harcamaların şeffaflaşması ve denetlenebilir hale gelmesi konusunda önemli bir adım atılmıştı.
Bu anayasal reformu uygulanır kılacak yasal düzenlemeler ise geçen yıl yapılmakla birlikte yeterli olmaktan uzaktır.
Kısacası:
Askeri harcamaların şeffaflığı ve denetlenebilirliği konusu hâlâ gündemdeki yerini koruyor. 
Anayasanın 72. maddesi “Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” hükmüne yer vermektedir.
Bu hüküm, zorunlu vatan hizmetinin, askerlik hizmeti olarak yerine getirilmesi yanında, bu hizmetin yerine geçmek üzere çeşitli kamu hizmetlerinin yapılmasına da olanak tanımaktadır.
72. maddede yer alan bu hükmün ışığında, kanun koyucuya askerlik hizmetine tekabül edecek, zorunlu kamu hizmetlerine ilişkin takdir yetkisi verilmelidir.
Bu arada, vicdani ret hakkı temel bir hak olarak tanınmalıdır.
27 Mayıs darbesinden bu yana kabul edilen tüm mevzuat hükümleri sistematik olarak gözden geçirilmeli ve askeri makamların demokrasilerde görülmeyen anormal yetkileri sona erdirilmelidir.
Toplumu militarize etmeye yönelik olan milli güvenlik derslerinin ortaöğretim müfredatından kaldırılması da bir başka demokrasi koşuludur.
İç Hizmetler Kanunu ‘35. Madde’yi tarihin arşivine kaldırmak ve askeri okullardaki ders kitaplarının demokrasi kültürü ile uyumlu hale getirmek de gerekiyor eğer demokrasi diyorsak...
12 Eylüller, 28 Şubatlar tarihin çöplüğüne ancak böyle atılır.
————————-
Dip not:
Bugünkü yazımın büyük bölümü TESEV’in geçen yıl nisan ayında çıkarmış olduğu, benim de üyeleri arasında bulunduğum komisyonun anayasa çalışmasından alındı.