Geçen hafta sonu eski arkadaşlar okuduğumuz İSTANBUL İmam Hatip Lisesinde kahvaltıda bir araya geldik. Organizasyonu yapan kadim dostum Sadi Yılmaz Bey Gaziantep’ten geldi. Hassaten teşekkür ediyorum. Sadi Bey kardeşimi ne zaman ansam aklıma Ömer Seyfettin’in Eskici hikâyesi gelir. Yaklaşık seksen arkadaş bir araya geldik. Dilimiz, gönlümüz hala öğrencilik yıllarındaki gibi genç ama bedenlerimizin “biraz yavaş olun” “konuşmalarınıza bu yorgun beden ulaşamıyor” dediğine şahit olduk. Bedenler ne kadar yaşlansa da gönül asla 18’i ileri geçemiyormuş. İyi ki arkadaşlarla bir araya geldik.
Bir gün Medine sokaklarında genç sahabe efendilerimizin hızlı hareketleri oldu. Hz. Ebu Bekir’in yanına yaklaşanlar, selam verirler. Peygamberimizin “selamı yayınız” hadisi şerifini hatırlatarak uzaklaşırlar. Ebu Bekir gençleri durdurur. “Selamı yaymak bu değildir. Karşılaştığın kardeşinin hali ile hâllenmek ve ihtiyacını gidermektir” der. Bunu yazımızın sonuna kadar saklayalım.
Toplantımızda, sünnettir diye sıradan tanışma faslı başladı. Bir kardeşimiz tanışma konusunu biraz uzattı amma konumuzun esası itibariyle dedikleri doğruydu. Yani sünnetin uygulanması öyle olmalıydı. 
Sünnet, uygulanmasıyla peygamberi hayata uymak demektir. Ne ayetlerin ne de Hadislerin hedefinin dışına çıkmak Müslümanım diyene yakışmaz. Hadislere uymak mecburiyettir. Uymamak insanı hem bu dünyada hem ahirette zelil eder. Ayet ve hadislere uyarsak dünyada huzur ahirette cennete kavuşuruz. 
Bizim ayetlerimiz ve bizim hadislerimiz var. Biz onlarla konuşur, onlarla gönlümüzü avuturuz. Ayetlerin ve hadislerin içine girmeyiz. Sadece uzaktan bakar, bahçesinde gölgeleniriz. Ayetler ve hadisler derki, bahçede durma üşütürsün, hasta olursun sonra akıbetin hüsran olur. Biz ayet ve hadislerin kapısından içeri yine de girmeyiz. Çünkü beynimizde tahayyül ettiğimizi “hayatımızın dini” haline getirmişiz. Gerçek din ile yaşantımız birbirine uymuyor. Çünkü işimize gelmiyor. Hele mazeret üretmek sanat haline gelmiş. Mazeretler, kendi beynimizi ve gönlümüzü avutma sanatı olmuş. Uygun olmayan mazeretlerle gönlümüzü avutsak bile gönlünüzün kırık olduğunu hissederiz. Zaman geçince gönül kırgınlığınız alışkanlıklara, alışkanlıklarda yaşadığımız “dinimiz” haline gelir. 
Uygulanan sünnet, ayet ve din ile gerçek din tamamen farklıdır. Kuran’ın hangi emrini ele alırsak şunu görürüz. Kuran böyle diyor ama… Peygamberimiz böyle buyuruyor ama… Demiyor muyuz? Faiz haramdır ama bu zamanda... Örtü emirdir ama… Biz bunun gibi nice emirleri biliyoruz. Uygulamada bizim kendimize yakıştırdığımız dinimiz daha farklı. Hemen haşa Allah’ımızı, Peygamberimizi istirahate alıyoruz. Yani ne dinden ne de din zannettiğimiz yaşantımızdan taviz veriyoruz. Bu ayeti kerime bizi gafletten uyandırır mı? Her kim de benim zikrimden (Kuran’dan) yüz çevirirse mutlaka ona dünyada dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet günü kör olarak yaratırız. (Taha 124)  İtiraz hemen peşinden gelir. Ya Rabbim beni neden kör olarak haşrettin. Ben dünyada görüyordum. “Dünyada sen bizim kitabımızdan yüz çevirdin. Şimdi de biz seni unuttuk.” Ölçü budur dostlarım.
Daha sade ifade ile ayetler ve hadisler huzuru telkin ederken, yaşamazsak huzursuzluğumuz devam eder. Her ayeti her hadisi anlayalım ve uygulayalım. Uygulanan sünnet huzurdur.
Siyasetimiz, devletimiz, cemaatler, cemiyetler, vatandaşlar, memurlar, amirler, öğretmenler, öğrenciler, anneler babalar ayetlere ve hadislere uyun ki huzur bulasınız. 
Cuma bayramınızı tebrik ederim. 
Selam ve dualarımla.
Saim ORAL, Kartal 27.10 2022