Karagöz, Hacivat’a:    -Hacıcavcav, sence bize neden “Gölge oyunu” diyorlar, diye soruyordu.
Hacıvat da:
-Gölgelerimiz hep bir perdeye vurduğu için, diyordu.
-Gölgelerimiz perdeye vurmasa, biz var olamaz mıydık?
-Olamazdık, bizi oynatan Karagözcü, bizi oynatamazdı.
* * *
Bir zamanlar yazlık bahçelerde “Karagöz” de oynatılırdı.
Oyun geciktiğinde, çocukların koro halinde bağırmaları ünlüydü:
-Başlar mısınız başlayalım mı, Karagöz’ün evini taşlayalım mı?..
* * *
O eski seyirciler de silinip gitti, o eski seyircilerin izlediği “Meddah”lar da, “Ortaoyunu”ndaki “Kavuklu ile Pişekar”lar da, “Tuluat” tiyatrolarındaki sanatçılar da...
* * *
O zamanlar da siyasetçiler vardı.
O zamanki siyasetçileri, evlerde TV ekranlarından izleme olanağı yoktu, çünkü televizyon yoktu.
* * *
Kimin, kimi kafa kola aldığını kul yığınları bilmezdi.
* * *
Güneşli canım bir pazar günü üstüne, geçmişten bir avuç kahkaha dökmek de kolay değil; Nasreddin Hoca fıkraları da yavaş yavaş uykuya dalmakta, İncili Çavuş’un nükteleri de, eski mizahçıların “hazır cevaplığı” da...
* * *
Şimdi gelelim daha modern fıkralara...
İki siyaset yorumcusu aralarında tartışıyorlar.
Biri:
-Hukuksuz devlet olur mu hiç, diyor.
Öteki de:
-Hem oluyor, hem olmuyor; tam oldu oldu derken, “zaman aşımına uğramış bir dava”ya çarpıyor kafan; “Ana vatan” da bir türlü hukuk doğuramayan kısır kadınlara dönüyor, diyor.
* * *
“Ana vatan”ı hukuk doğuramadığı için; çocuğu olmayan kısır kadınlara benzetmek ne ayıp...
Neresi modern bir fıkra bunun kuzum Allah aşkına?..
* * *
Ne yapalım, ne demişler:
-Böyle başa, böyle tıraş... Ne siyasi liderler gibi sert sert bakmaya kalk, ne de çatmaya kalk kaş...
* * *
Bir tenis oyuncusu, raketiyle öyle bir vurmuş ki topa, top fırlayıp gitmiş kaybolmuş uzaklarda...
* * *
Bir süre sonra bir jandarma eri, elinde bir tenis topuyla çıka gelmiş yanına tenis oyuncusunun:
-Siz mi kaybettiniz bu tenis topunu, demiş.
-Evet, verin hemen.
* * *
Jandarma eri:
-Sizin attığınız top, demiş; bir tren yolunun üstündeki köprüden gitmekte olan bir kamyon şoförünün gözüne rastladı. Şoför birden direksiyon hâkimiyetini kaybetti ve kamyon, o sırada köprünün altından geçmekte olan bir yolcu treninin üstüne düştü. 5 vagon birden raydan çıktı ve biraz öteki bir tatil kampının çadırlarını ezdi. Sözün kısası sizin fırlattığınız top, tam 97 kişinin canına mal oldu; şimdi bakalım ne yapacaksınız?
* * *
Tenis oyuncusu da:
-Anladım, demiş; bundan sonra raketi, biraz daha aşağıdan vurmam gerekiyor.
* * *
Sanki bizim gelişmekte olan demokrasimizin hikâyesiyle, 1 günlük trafik kazalarının bilançocu gibi...
* * *
Bir meyhanede gece yarılarına kadar kafa çeken 2 ayyaş konuşuyorlarmış.
Biri, ötekine:
-Sen, demiş; eve sabaha karşı gittiğinde karın ne diyor sana?
* * *
Öteki de:
-Benim karım yok ki, demiş.
Arkadaşı:
-Allah Allah, demiş; öyleyse neden bu kadar geç gidiyorsun ki eve?
* * *
Metin Eloğlu’ndan bir şiirle bitirelim yazıyı:

Sofra Adabı

Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;
Şu güveçte helmelenir fasulya.
Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;
Tuzlama şu tabağa konur ille...
Yumurta şu sahana kırılır.
Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,
Hoşaf bu kaşıkla...
İster uskumru olsun, ister kolyoz,
İster orkinoz, ister hanos;
Balık şu bıçakla kesilir...
Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,
Beyazsa bu kadehe.

Yavan ekmeği nasıl yersen ye...