CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP Genel Merkezi’ndeki makam odasında son günlerin gündem maddelerini konuştuk. 17/25 Aralık operasyonlarından PKK'nın son dönemdeki saldırılarına kadar pek çok konu hakkında açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu, yüzde 10'luk seçim barajının ise tam bir milli irade gaspı anlamına geldiğini ifade etti.

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları hükümete yönelik bir darbe girişimi olarak nitelendiriliyor.

Nasıl bir darbe bu? Asker yok, hiçbir şey yok. Ortada bir yolsuzluk var. Yolsuzluğun bütün delilleri var. Bakanların çocukları, yatak odalarında, paralar, kasalar, saatler… Bunların hiçbirisi inkâr edilmiyor. Ses kayıtlarının tamamının da doğru olduğu Adli Tıp Kurumu’nun raporuyla ortaya çıktı. Zaten bir kişi dışında kimse bunları yalanlamıyor. Bu gerçeklerin, emeklinin aldığı maaşın, narenciyenin dalda kalmasının bir yansıması elbette olacaktır. Türkiye’nin zengin ülke olduğunu ben de biliyorum ama zenginliğin siyasete değil halka yansıması lazım.

7 SÜLALELERİ ZENGİN OLDU

Burada zenginlik bir avuç siyasetçiye yansıyor. Onların, hanları, hamamları, yatları, köşkleri, her şeyleri var. Dünyalıklarını yaptılar. Sadece kendileri değil, yedi göbek sülaleleri zengin oldu. Kahvede oturan Mehmet Efendi, çiftçi, emekli yerinde sayıyor. Bir bakanın oğlunun oturduğu evin aylık kirası 40 bin dolar. Nereden kazanıyor bu parayı? Acaba bu devlete 40 bin dolar vergi ödedi mi? Hayır. Bu parayı nereden kazandığını vatandaş doğal olarak sorgulayacak. Siyasette kartların yeniden dağıtılacağını, siyasetin yeni ve farklı bir ivme kazanacağını, temiz siyaset isteyen seslerin daha gür çıkacağını artık kabul etmek zorundayız.

İLK KARARNAMESİ YASAYA AYKIRIYDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkilerinizde önümüzdeki süreçte bir değişim yaşanabilir mi?

Biz Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra tavrımızı ortaya koyduk, aynı tavrımızı sürdürüyoruz, bir değişiklik olmayacak. Cumhurbaşkanı konuşur vesaire ama biz onu muhatap almak istemeyiz. Bizim muhatabımız doğal olarak iktidardır, Sayın Davutoğlu’dur. Sayın Davutoğlu’nun faaliyetlerini, eylemlerini, demeçlerini eleştireceğiz. Yürütme organı Bakanlar Kurulu.

Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararların topluma yansımalarını konuşacağız. Davutoğlu, Başbakan olur olmaz ilk imzaladığı kararname, köylülerin ya da çiftçinin devletten alacağı olan teşviklerin, çiftçilerin borçlarına karşın bir elektrik dağıtım şirketine ödenmesi idi. Devlet, özel bir kurumun tahsilatçısı konumuna getirilmiş ve ben bunu eleştirmiştim. Davutoğlu’nun ilk imzaladığı kararname yasalara aykırıydı ve Danıştay bu kararı oy birliğiyle iptal etti. Bu Davutoğlu’nun hâlâ hukuku bilmediği anlamına gelir.

Cumhurbaşkanı konumu sebebiyle mi muhatap almak istemediğinizi söylüyorsunuz?

İki haliyle de. Birincisi Cumhurbaşkanı konumundadır, biz o makama saygı gösteririz. Cumhurbaşkanının da bunun bilincinde davranması gerektiğini düşünürüz ama kendisi sıcak siyasete zaman zaman giriyor, yollamalar yapıyor, bunu doğru bulmayız.

İTİRAZ ETMESİ GEREKİRDİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nu toplamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa, cumhurbaşkanının “gerektiğinde” Bakanlar Kurulu’na başkanlık edebileceğini yazıyor. Soru şu: Hangi gerekçe ile topluyor? Savaş mı var? Deprem mi oldu? Olağanüstü bir olay mı oldu? Bunların hiçbirisi olmadı. O zaman bir tek gerekçe kalıyor, “Davutoğlu bu ülkeyi yönetemiyor, dolayısıyla ben kısa süre de olsa Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapayım” diyor. Buna itiraz etmesi gereken aslında Davutoğlu. “Bu ülkede Başbakan benim, siz değilsiniz” demesi lazım. Ortada olağanüstü bir durum, bir gereklilik yokken eğer bir cumhurbaşkanı gelip Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapıyorsa, o Bakanlar Kurulu’nun ülkeyi yönetemediği algısını beslemiş olur. Davutoğlu “Ben Başbakanım, yetkiler, sorumluluk bende” diyorsa, bunun gereğini yapması lazım. Farklı sesler çıkıyor.

HEMEN TESLİM OLDU

Ne gibi farklı sesler çıkıyor?

Önce Binali Yıldırım bir tarih verdi, Davutoğlu buna itiraz etti, sonra Erdoğan Bakanlar Kurulu’nu hangi tarihte toplayacağını açıkladı. Davutoğlu teslim oldu, hiç ses çıkarmadı. Şimdi tıpış tıpış gidecek, neler yaptıklarını anlatmaya değil talimat almaya gidecek. O zaman neden haftada bir gün Cumhurbaşkanı’na gidip Türkiye’deki iç ve dış gelişmeler hakkında bilgi veriyor? Cumhurbaşkanı, her hafta gelsin Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapsın.

PERDE ARKASINDA GERİLİM VAR

 Bu aslında seçilmiş cumhurbaşkanı ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmamasından kaynaklanan Anayasal bir problem değil mi?

Her halükârda cumhurbaşkanı seçiliyor. Bu Türkiye’ye özgü, sonradan monte edilen bir sistem, sakıncalarını defalarca dile getirdik, cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasında sorunlar çıkabileceğini söyledik. Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında perde arkasında bir gerilim var. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin geleneklerine uygun davranmayı seçebilir, olağanüstü durumlarda Bakanlar Kurulu’nu toplayabilir, zaten bütün gelişmeler her hafta kendisine aktarılıyor. Böyle derse mesele biter, bu kadar basit. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu esastır, sorumluluk başbakandadır. Bütçeden kim sorumlu? Başbakan sorumlu. Güvenoyu kime verilir? Başbakana, hükümete güvenoyu verilir, cumhurbaşkanına güvenoyu verilmez. Güvenoyunu alan bir hükümet cumhurbaşkanı tarafından yönetilirse, o zaman o hükümet, hükümet değildir.

DAVUTOĞLU'NUN KİŞİLİĞİ DE SIFIRLANDI

Siz bunları söyleyerek Erdoğan ile Davutoğlu’nun arasını mı açmak istiyorsunuz?

Hayır, ben tümüyle gerçeklerden söz ediyorum. Bu söylemimin aslında Davutoğlu’nun elini güçlendirmesi lazım. Dönüp Cumhurbaşkanı’na “Kendi görev alanını bil, benim işime müdahale etme, muhalefet beni yetkilerini kullanmıyorsun diye eleştiriyor” demesi lazım.

AKP'nin ve tabanının kendi iradesiyle genel başkan seçmediğini hepimiz biliyoruz, tanık olduk buna. Buradaki en büyük darbe, Erdoğan tarafından Davutoğlu’na vuruldu. Kurultay beklenebilirdi ama kurultay daha toplanmadan, AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak tanıtıldı ve böylece onun kişiliği bir anlamda sıfırlandı. Sıfırlamanın nasıl yapıldığını zaten çok iyi biliyorlar, Davutoğlu’nun kişiliği de sıfırlandı maalesef.

DOĞRUDAN TEHDİT ALMIYORUM

Bir tehdit alıyor musunuz? Can güvenliğiniz tehdit ediliyor mu?

Doğrudan gelen bir tehdit yok ama dolaylı olarak pek çok şey var, belki de her siyasetçiye geliyordur.

Bu saldırıları düzenleyenlerle ilgili size gelen özel bir bilgi var mı?

Savcılık soruşturmasını yapıyor. Bizim özel istihbarat organlarımız, güvenlik elemanlarımız yok. Konunun mutlaka izlenmesi gerekiyor. Savcıların ellerindeki olanaklar çok daha fazla, gerçeklerin ortaya çıkmasını biz de isteriz.

BAŞBAKANLIĞIN GEREĞİNİ YAPACAK 'YETKİ BENDE' DİYECEK

Siyasi rakibiniz artık Erdoğan değil Davutoğlu, bundan memnun musunuz?

Erdoğan Başbakan olarak görev yaptığı bütçe görüşmelerinde ben konuşurken, Genel Kurul Salonu'na girmedi. Benim yaptığım konuşmaların hiçbirine yanıt vermedi.

Davutoğlu, geldi, beni dinledi, sorduğum soruların hiçbirisine yanıt vermedi ve dağıldı.

Dağıldığını hepimiz gördük. Yerine giderken bile kısa bir an geriye dönme ihtiyacı hissetti. Davutoğlu’nun bilgisi de birikimi de ülkeyi yönetmeye yetmiyor.

Seçimlerde dağıtacak mısınız yani Davutoğlu’nu?

Dağıldı zaten. Muktedir olması lazım. Davutoğlu muktedir değil. Başbakan’ın boynuna davul asılı, tokmak başka birisinin elinde. O nedenle ben “Başbakanlık koltuğu boş” diyorum. Bu koltukta kurgulanan birisi var. Bunu demokrasi anlayışımız kabul etmez. Başbakansa başbakanlığın gereğini yapacak, “Yetki bende” diyecek. Yetkilerini başkasıyla paylaşırsa bu olmaz. Başbakan koltukta oturuyor ama yetkileri yok.

Davutoğlu’nun pozisyonu, 23 Nisan’da başbakanlık, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan çocuklarımız gibi. O koltuğa oturtulmuştur. Bunları üzülerek söylüyorum. Kurultaydan önce Erdoğan onun başbakanlığını ve genel başkanlığını açıkladı. O zaman o kurultay yasalar gereği bir mizansenin, bir görevin yerine getirilmesi anlamı taşıyor.

TERÖRÜ HEP BERABER LANETLEMEK ZORUNDAYIZ

Bilmediğimiz bir sürece nasıl destek vereceğiz? Biz parlamentoyu adres gösterdik ama AKP “Ben yaparım, sizin kredinize bile ihtiyacımız yok” dedi.

Fransa’da Charlie Hebdo Dergisi’ne düzenlenen saldırı ve ardından tekrar gündeme gelen İslamofobi endişelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fransa Başbakanı, terörle mücadele ettiklerini, Müslümanlar’la mücadele etmediklerini açıkladı. Bu ayırım çok önemli. Terörü bir insanlık suçu olarak görüp, inancı, kimliği ne olursa olsun hep beraber lanetlemek zorundayız. Terör, artık ulusların ortak sorunu haline geldi.
İkinci önemli nokta da, Fransa’nın her tarafında protesto yürüyüşleri ve eylemler yapılmasıyla ilgili, “hükümet olarak görevimiz eylem yapanların can güvenliğini sağlamak” açıklamasını yaptı. Bizdeki tomaları, biber gazlarını, ölen insanları, çocukları, gözünü kaybeden insanları düşününce Fransa ile bizim aramızdaki demokrasi mesafesi çok daha net olarak ortaya çıkıyor. Orada anayasal haklarını kullanan insanların güvenliğini devlet sağlıyor, bizde anayasal haklarını kullananların öldürülmesini veya organlarını yitirmesini devlet sağlıyor.

CHP-HDP İTTİFAKINI AKP POMPALIYOR

HDP’den CHP’nin çözüm sürecine katılması yönünde çağrılar geliyor, HDP ile görüşme gibi bir planınız var mı?

Hayır. Sürecin ne olduğunu kimse bilmiyor ki. Ben HDP’nin de bildiği kanısında değilim, Altan Tan bilmediklerini açıkladı. Bilmediğimiz bir sürece nasıl destek vereceğiz? Biz terörün durmasını, insanların ölmemesini her insanın istediği gibi biz de isteriz. Yöntemini, koşullarını söyledik. Parlamentoyu adres gösterdik ama AKP “ben yaparım, sizin kredinize bile ihtiyacımız yok” dedi. Buyursunlar yapsınlar, bakalım nasıl yapacaklar. Parlamentoya yasa getirdiler, süreçle ilgili kamuoyunun bilgilendirileceği maddesi var. Parlamentonun iradesi böyle, Davutoğlu bilgilendirdi mi? Hayır. Süreçle ilgili hiçbir bilginin verilmemesi için, kendi aralarında gizlilik kararı aldılar. Demek ki boşuna yasa parlamentodan çıkarıldı.

Seçimlere CHP- HDP ittifakı ile gidilmesi söz konusu olabilir mi?

Yok, hayır böyle bir şey söz konusu değil. Bu AKP kanadının kamuoyuna pompaladığı bir şey.

SEÇİMLERE KADAR PROVOKASYONLAR OLACAK

Meclis’te uğradığınız saldırının ardından emeklilerle yaptığınız toplantıda da ayakkabı fırlatıldı.
Bu olaylar provokasyon. Bütün emekli derneklerini topladık ve seçim bildirgemize onların taleplerini koyacağız. Dolaylı olarak en az 20 milyon kişiyi ilgilendiriyor.

Oturduk, konuştuk, tartıştık, 12 madde üzerinde anlaştık ve ben bunu kamuoyuna açıkladım. Arkadan bu provokasyon oldu. Emeklilerin sorunlarını CHP’nin sahiplendiğinin değil ayakkabı fırlatılmasının kamuoyunun önüne getirilmesi amaçlandı. Bu bir provokasyondu. O kişinin İstanbul’dan Ankara’ya nasıl geldiği, Bursa üzerinden geldiğini, niye böyle geldiğini arkadaşlarım araştırıyor, önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşırlar. Seçime gidinceye kadar bu tür provokasyonlar çok olacak, ben buna inanıyorum.

ZALİME DİZ ÇÖKMEYECEĞİZ

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı kaybetmemek için her türlü yasa dışı faaliyeti ve provokasyonu göze alacak bir partidir. İktidardan gittiği zaman ne tür bedel ödeyeceğini çok iyi biliyor. Hırsızlıkların, yolsuzlukların, kul hakkı yemenin hesabının sorulacağını çok iyi biliyor. Bildiği için otoriterleşiyor, diktatörleşiyor, iktidardan gitmemek için yasa dışı her türlü çabayı gösterecektir. Biz buna hazırlıklıyız. Zalimin önünde asla diz çökmeyeceğiz. Herkesin cesur ve yürekli olmasını istiyoruz. Hiç kimse korkmasın. Biz, bütün bu haksızlıkların üstesinden geleceğiz, herkese hakkını teslim edeceğiz. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek.

ÜNİVERSİTELER SESSİZLİĞE GÖNÜLDÜ

Türkiye sizce 2015’e nasıl girdi?

Gerilimin gittikçe arttığı bir süreci yaşıyoruz. Bu gerilimi, toplumun her kesiminde görebiliyoruz. Çiftçide, esnafta, sanayicide bu gerilim hissediliyor. Siyaset, bir anlamda gerilimin üzerine inşa edilmiş bir kurum gibi. Üniversitelere bakıldığında, toplumun en duyarlı kesimlerinden birisi, büyük bir sessizliğe gömülmüş durumda.

Demokrasi vurgusu yapmaktan bile kaçınan bir kitle görüyorsunuz. Bir dekanın el öpme süreci ise başlı başına bir trajedi. Bilim adamının onuru, kimliği, duruşu, saygınlığı vardır. Bunların tamamının çöp sepetine atıldığı, kula kul olma anlayışının üniversitelerde egemen olduğu bir süreci yaşıyoruz.

KEŞKE TÜRKİYE’Yİ KONUŞABİLSEK

Kula kul mu olunuyor?

Allah’a değil, kişiye kul olma, gücün karşısında diz çökme ve teslim olma anlayışını içimize sindirmemiz mümkün değil.

Hepimiz Allah’ın kuluyuz, bu bizim inancımız ama kula kul olmak, gücün karşısında eğilmek, zalimin karşısında diz çökmek, koşulsuz her dediğini yapmak bizim inancımızda da kimliğimizde de yoktur. Keşke daha farklı bir Türkiye tablosunu konuşabilseydik. İnsanların huzur içinde yaşadığı, siyasette gerilimin değil de esprilerin olduğu, güler yüzlü bir siyasetin egemen olduğu, yapılan eleştirileri iktidar partisinin sempati ile karşıladığı bir Türkiye isterdik. Maalesef yok.

HER ŞEYİN AYNI DEVAM ETMESİ MÜMKÜN DEĞİL

Anlattığınız Türkiye tablosunda, siyaset yapmakta zorlanıyor musunuz?

Gerilim üzerine inşa edilen siyaset, toplum kesimleri arasında düşmanlıklar oluşturuyor. Belli bir siyaseti savunan kesim, karşısındaki muhalefeti düşman olarak görmeye başlıyor. Siyasette düşmanlık olmaz. İktidar kanadı böyle bir tabloyla kendi tabanını bloke etmek istiyor. "Başka yere gitmesin, gözü açılmasın, sorgulamasın, her şeyi benim gözümle görsün, benim ağzımla konuşsun” diyor. Bu demokrasi değil ki. Demokrasilerde insanlar iktidarları da muhalefeti de eleştirirler, sorgularlar. Siyaset özgürlük zemini üzerinde büyür ve gelişir. Geldiğimiz noktada bunun eksikliğini hissediyoruz.

EMEKLİ ARTIK DÜŞÜNECEK

AK Parti’de yaşanan genel başkan değişikliği ile 2015’te siyasette kartların yeniden dağıtılacağını düşünüyor musunuz?

Her şeyin aynı devam etmesi mümkün değil. Pozisyon süratle değişiyor. Bunu alanda da, siyaset dilinde de görüyoruz. 17-25 Aralık’tan sonra iktidar partisine oy verenler geçmişe göre kendilerini daha fazla sorgular hale geldi. “Bu ülkede ne oluyor” sorusunu sormaya başladı. AKP ne kadar bloke etmek isterse istesin, sonunda insanlar bir şekilde gerçeği görüyor. O gerçeği iktidar onların önüne koyuyor. Emekli aylıklarına yapılan zammı emekli oturup düşünecek. “Yıllarca bu iktidara oy verdim, aylığıma 6 lira ile 24 lira arasında zam yapılıyor, insaf” diyecek. Milli gelirin 3 kat arttığını söylüyorlar, emeklinin maaşı niye artmıyor?

YÜZDE 10 SEÇİM BARAJI MİLLİ İRADE HIRSIZLIĞI

Seçimlere yüzde 10 barajı ile gidilecek gibi görünüyor, HDP’nin seçimlere parti olarak katılması ve barajın altında kalmasının nasıl bir yansıması olur?

Yüzde 10 seçim barajı AİHM tarafından ciddi olarak eleştirildi. Yüzde 10 seçim barajı, askerlerin, yani 12 Eylül’ün getirdiği bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin değişmesi ve milli iradenin Parlamento'ya tam yansıması lazım. Yüzde 1 oy alan bir partinin bile Parlamento'da en az bir milletvekili ile temsil edilmesi gerekiyor. AKP'ye çağrı yaptık, kanun teklifi de verdik. Yüzde 3, yüzde 5, makul bir oran olabilir, hatta sıfır da olabilir. Yapılabilirse toplumun rahatlayacağını, böylece her vatandaşın verdiği oyun parlamentoya yansıyacağını düşünüyorum. Yüzde 10 seçim barajı aslında oy hırsızlığı, milli irade hırsızlığı demek. Vatandaşın oy verdiği parti değil de o oyla başka bir parti milletvekili çıkarıyorsa demokraside doğru olmaz.

ŞİŞLİ'DE YAŞANANLAR TAMAMEN KİŞİSEL OLAY

Şişli Belediyesi’nde yaşananlar gündeme geldi.

Şişli Belediyesi’ndeki olay kişisel bir olay. Bir taraf “Ben tehdit edildim” diyor, öbür taraf “Hayır, tehdit etmedim” diyor. Olay savcılığa intikal etmiş, hep beraber sonuçlarını bekleyeceğiz. Şişli’de bir yolsuzluk, Şişli halkına giden hizmetlerde bir aksama yok. Kişisel bir olay var ve yargıya yansımış durumda, onun sonucunu bekleyeceğiz.

Sarıgül’ün partiden ayrılacağı, yeni bir parti kuracağı ifade ediliyor.

O tamamen Sarıgül’ün kendisine ait bir tercihtir.

Görüşecek misiniz bu arada?

Görüşüyoruz zaten.

GÜNEYDOĞU'DA DEVLET YOK

CHP lideri, yeni iç güvenlik paketini Anayasa Mahkemesi'ne götüreceklerini söyledi. Kılıçdaroğlu, "Doğu ve Güneydoğu’daki gelişmeler endişe verici. AKP’nin uygulamaları ile birlikte orada artık devlet yok" dedi.

Doğu ve Güneydoğu’daki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğu ve Güneydoğu’daki gelişmeler endişe verici. AKP’nin uygulamaları ile birlikte orada artık devlet yok. AKP’nin uygulamaları devleti o bölgeden tümüyle çıkarmış durumda. Davutoğlu’nun kendisi açıklıyor, PKK kendi mahkemelerini, vergi dairelerini, asker alma dairelerini kurmuş durumda. İyi de Türkiye Cumhuriyeti nerede? Sadece valilerin olması devletin varlığı anlamına gelmez. O valiler de halkın arasına girip, rahatlıkla gezemiyorlar.

DİKTATÖRLÜĞÜN YASAL ALTYAPISI

İç güvenlik paketi getirildi. Bu düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğer bir hükümet yolsuzluklara bulaşır ve bunu sürekli hale getirirse, önce otoriterleşir sonra diktatörleşir. O yönde yasaları Parlamento'ya getiriyor. Makul şüphe ile insanların evi, fabrikası, üstü aranacak, mal varlıklarına el konulacak, hapse atılacak. Kendisini savunmak için avukat tutacak, makul şüphe ile dosyaya gizlilik kararı getirilecek. Yeni güvenlik paketiyle valilere, hâkim ve savcılara verilen yetkileri veriyorlar. Bunun tek anlamı var, diktatörlüğün yasal alt yapısı oluşturuluyor. Kuşkusuz buna karşı çıkacağız, Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz.

Bizi, bir dönem Anayasa Mahkemesi’ne çok gittiğimiz için eleştirirlerdi, kendi çıkarımız için değil, bu ülkenin çıkarları, demokrasi, özgürlükler, milletin can ve mal güvenliği için Anayasa Mahkemesi’ne gidiyoruz. Bir sanayicinin yıllarca çalışıp meydana getirdiği fabrikasına makul şüphe ile el koyup, TMSF’ye devredip, ondan sonra da AKP yandaşlarına düşük fiyatla verilmesine birilerinin karşı çıkması lazım. Kendileri için özel bir hukuk, vatandaş için farklı bir hukuk uygulanıyor. Biz bunlara karşı çıkacağız.

YÜCE DİVAN UMUDUMU YİTİRMEK İSTEMİYORUM

4 eski bakanla ilgili kurulan Meclis Soruşturma Komisyonu çalışmalarını tamamladı, Yüce Divan için Meclis Genel Kurulu’nda
oylama yapılacak.

Ben AKP'de gerçekten vicdanının sesini dinleyen, önemli bir milletvekili grubu olduğunu biliyorum. Eğer kendi vicdanlarının sesini dinlerlerse 4 bakanın Yüce Divan’a gideceğine inanıyorum, bu umudumu yitirmek istemiyorum. Parlamento'nun itibarı çok önemli.

 Gazi Meclis diyoruz, adı yolsuzluğa bulaşmış kişilerin Parlamento'da değil yargıda aklanması gerektiğine inanıyorum. 4 bakanın Meclis kürsüsüne çıkıp, “Bizi Yüce Divan’a gönderin, gidip aklanmak istiyoruz” demeleri lazım.

İnşallah böyle bir tablo olur, Türkiye hem dünyaya hem kendi vatandaşlarımıza karşı önemli bir sınavı vermiş olur.