Astana sürecinin en büyük ortağı olan Rusya, açık ki artık Astana mutabakatına ve Astana sürecinin bağlayıcılığına ihtiyaç duymuyor. Henüz İdlib’den acı haber gelmeden bir gün önce, ben, Astana Sürecinin çöktüğünü yazmış ve bu tespitin gerekçelerini de bir bir yazmıştım. Tabii bu tespitin gerisindeki ana halka olarak ifade edebileceğimiz bağlam, Suriye iç savaşının hızla finale doğru yol alıyor olmasıdır. Zaten bu savaş, savaşa neden olan amaçlara hiç hizmet etmedi.  Savaşta muradı olan taraflar, ne yazık ki, tasarladıkları amaçlarına ulaşamadı. Esad bugün itibariyle Suriye siyasetinin en güçlü adamı. Esad’ı bertaraf etmek üzere başlayan savaş, anlaşılan o ki, on yıl sonra Esad’ı daha güçlü olarak devletin ve rejimin tek sahibi olarak tescil etmek üzere. İran ve Sonra da Rusya’ın büyük desteğiyle, Esad, muhaliflere geçit vermedi. Eğer Esad’sız bir çözümün bütün imkanları tüketilmişse ve Suriye yeniden Esad ile yapılandırılacaksa, her şeyden önce ve her şeyden acil olarak, Esad karşıtlarının işlevsiz hale getirilmesi bir zorunluluk.

Bilindiği gibi, Suriye iç savaşının başlamasıyla, Türkiye, yüksek düzeyde ve yüksek dozda bir Esad karşıtlığı kampanyası başlatıp, pratik olarak da bu kampanyanın gerekliliklerini yerine getirdi. Hatta bu işin altı ayda biteceği şüphe edilmeden ilan edildi. Başta Esad olmak üzere, ne İran’ın ne de Rusya’nın bu fotoğrafı unutacaklarını sanmıyorum. Nitekim, İdlib’de başlayan yeni süreç, bu hatıraların unutulmadığını gösteriyor. Hem İran hem de Rusya artık bu savaşın bir an önce bitirilmesini istiyor. Rejim muhaliflerinin sembolik şehri İdlib, o nedenle savaşın son muharebesi olarak değerlendiriliyor. Rusya savaşı bitirip yatırımlarının semerisini görmek amacında.  Bu amaçla İdlib’i temizleyip, Esad rejimine ciddi bir meşruiyet kazandırmak istiyor.

Soçi anlaşmasına göre, Türkiye’nin uzun zaman önce İdlib’i silahsızlandırması gerekiyordu. Bu olmadı. Olmazdı da; çünkü, İdlib’i son sığınak olarak gören Selefi silahlı güçlerin, siyasi bir statü elde etmeden silah bırakmaları mümkün değildi. Aslında mesele uzlaşmaz bir karakter taşıyor. Rejim koşulsuz teslimiyet istiyor, İdlib güçleri ise siyasi statü. Bu durumun ancak kuvvet kullanılarak çözüleceği çok aşikar. Kısaca ve özetle, hem Rusya hem de İran, şimdiye kadar Türkiye’nin bir çözüm bulabileceği umuduyla beklediler. İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin elinde ne rejimi ne de selefi güçleri tatmin edecek bir çözüm projesi yok.

Türkiye, İdlib meselesini çözme potansiyeline sahip olmadığı için, Astana sürecinin bir tarafı olarak varlığına da gerek yoktur. İdlib’den gelen cenazelerin temsil ettiği gerçek anlam budur. Rejim güçleri tarafından öldürülen yedi askerin olayından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna dönüşünde uçakta şöyle bir değerlendirme yaptı:

‘’Bizim Rusya ile şu aşamada bir çatışma ya da bir ciddi çelişki içerisine girmemize gerek yok. Bunu niye söylüyorum? Biliyorsunuz bizim şu anda Rusya ile çok ciddi stratejik girişimlerimiz var. Bunlardan bir tanesi, özellikle de çok kararlı şekilde başlattığımız nükleer enerji meselemizdir ve rakam orada çok çok ciddidir. Şu anda onun inşa süreci devam ediyor. 300’ün üzerinde mühendisimiz Rusya'da yetiştirildi ve bunlar yetiştikçe de gelip burada çalışmaya devam ediyorlar. Bu bir defa önemli. İkincisi, Türk Akım Projesi de çok büyük önem arz ediyor ve oradan malum Avrupa'ya geçiş var. Bir diğer adım, şu anda doğalgazımızı, bildiğiniz gibi çok ciddi bir oranda Rusya'dan alıyoruz. Bu da bizim için önemi ifade ediyor.’’