ILICAKLARIN yalısı pazar günleri dostlarına açıktı. Batılıların “open house” dedikleri şey.
11’e doğru ilk konuklar gelirdi.
13 dolaylarında ortasında yüzme havuzu olan 6 dönümlük bahçede sohbetin koyulaştığı kalabalık bir grup oluşurdu.
Kimileri havuza girerdi, çoğu ise siyaset kazanını kaynatırdı.
Geride kalan pazar işte o “eski dostlar” birlikteydik.
Merhum Kemal Ilıcak’ı anmak için eşi Nazlı Ilıcak bizleri toplamış.
Bazılarını yıllardır görmediğim ama daha bir gün önce berabermişiz gibi hissettiğimiz yüzler.

ESKİMEYEN DOSTLAR
SELAMİ Şahin’in şarkısındaki gibi “eskimeyen dostlar” demek daha doğru.
Ailenin Kemal Ilıcak için hazırladığı kitabı da tanıtan konuşmasında Nazlı Ilıcak zaman zaman kendini tutamadı.
Gözleri ıslaktı.
Sesi titriyordu.
Tercüman’da 6 yıl Genel Yayın Yönetmenliği yaptım.
Pırıltılı yıllardı.
Daha önce de çeşitli kademelerde çalışmıştım.
Ayrıca eşim Canan’la Nazlı çok iyi arkadaştılar.
Yakın aile dostuyduk.
Yaz tatillerine beraber çıktığımız olurdu.

NAZLI’NIN İÇ DÜNYASI
NAZLI’YI iyi tanıdığımı söyleyebilirim.
Dışarı tartışmacı, sert hatta hırçın bir kadın izlenimi verir ama iç dünyası farklıdır.
Sevecen ve sağlam dosttur.
Kemal bey için konuşurken de sert kabukları kırılmıştı.
Birkaç kez daha ağladığına tanık olmuştum.
Örneğin...
12 Eylül’den sonra gazeteden ayrılmıştım.
GÜNEŞ’i kuracaktık.
Henüz bir süre devam eden dargınlığımız başlamamıştı.
Yalının rıhtımında ayaküstü konuşuyorduk.
Nazlı’nın bir yazısı nedeniyle 12 Eylül yönetimi Tercüman’ı kapatmıştı.
Nazlı öfkeliydi.
Ama...
Satırlarını da sorguluyordu.
“Kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum” derken, ağlıyordu.
Fakat bildiğini okumaktan vazgeçmezdi.
Daha 12 Eylül sabahı, alacakaranlıkta, onların yalısındaydık.
Raflardan bazı kitapları indiriyor ve “12 Eylül’e karşı neler yazabileceğini” söylüyordu.
“Kırmızı çizgilerin yanına kadar uzanacak, teğet konumunda yazılarına” o günden başlamıştı.
Kemal bey ona hem hayranlıkla bakıyor hem de “fazla ileri gitme” diye uyarıyordu.

GÜZEL BİR ÇİFT
KEMAL beyle ikisi birbirine yakışan bir çiftti.
Oğulları Mehmet Ali ve Aslı ile mutlu aile tablosunu oluşturmuşlardı.
Davetlerinde karşılıklı oynarlardı.
Kayınvalide, kayınbirader, gelin, kardeş çocuklarıyla, amcalarla çekirdek aileyi çevreleyen sımsıcak kollarla çevrilmişlerdi.
Nazlı pazar günü konuşurken hepimize adeta bir çağrıda bulundu:
“Biliyorsunuz biz hep dostlarımızla birlikte olduk. Bu elbette güzel. Fakat şimdi düşünüyorum da keşke zaman zaman daha çok baş başa kalabilseydik. Kemal’i kaybettikten sonra bunu daha yoğun hissediyorum.”

UZUN BOYLU BİR ADAM
MERHUM Kemal Bey orta boyluydu.
Ancak...
Güzel ses tonuyla iyi konuştuğu Türkçesi etkileyiciydi.
Konuşurken heybet kazanırdı.
Uzun boyluymuş gibi algılanırdı.
İyi yürekli insandı.
Sevilirdi.
Patronluğa ilk adım attığı yıllarda annesi ona söz verdirtmiş.
“Kimsenin işine son vermeyeceksin” demiş.
Bu sözü -benim bildiğim kadarıyla- hep tuttu.
Kırsal kökenini, nereden geldiğini hiç unutmadı.
“Ben... Amasya’nın Kırkseki köyünden Ali Çavuş’un oğlu Kemal” derdi.
Şansına güvenirdi.
Tavlada zarları tutan elini yumruk yapıp göğsüne göğsüne vurarak 3 kez üst üste “düşeş” attığını gördüm.
Allah’a inançlıydı.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in heyetinde birlikteydik.
Umre yapmıştık.
Nasıl da içtendi.
Bu son görüşmemiz olmuştu.
Birkaç yıl süren kırgınlık (bana dargındı) dönemi dahil Kemal beye olan sevgi ve saygım hiç eksilmedi.
Geçen pazar yukarılarda bir yerlerden bizi izliyor idiyse gülümsüyor olduğuna eminim.
Gani gani rahmet olsun.
Üstüne nur yağsın...