Haklı olmak genellikle özel bir çıkar ile ilgili değil; ama haksız olmak, her zaman özel bir çıkarı zalimce temsil eder. Haklı olmak daha çok değerler ile ilgili bir meseledir; ama emin olun haksızın hiçbir değeri yoktur. Onu sınırlayacak hiçbir insani değere sahip olmadığı için, haksız, haksızlığı kendine hak görür. Bilmeden yapılan haksızlıklar dahil, bütün haksızlıklar, kişisel çıkarları hedefler; bu manada bilmeden haksızlık yapmak diye bir şey yoktur olmaz. Bilmeden haksızlık yapmak, eğer çok ciddi zihinsel özürlülüklere dayanmıyorsa, haksızlıkların en onur kırıcı seviyesizliğidir. 

Haklı olmak meşru bir değere bağlı olmaktır; haksızlık narsis bir haydutluktan öte bir şey değildir. Haklı ya da haksız olmanın akılla, zekayla bir bağlantısı zor bulunur ama haksızlığın temeli, açgözlü bir benmerkezciliktir. Dahi düzeyinde zeki, filozof seviyesinde akıllı, ama dünyanın bütün nimetlerinin gözünü doyuramadığı haris bir bencil olmak mümkün. Zaten dünya düzeyinde büyük haksızlıklar yapan tiranların zekasından kuşkulanmak, başka türden bir aptallıktır. 

Eğer haksızlar bu kadar zeki olmasalardı, dünyaya örgütlü bir haksızlık, kabus üstümüze çökmezdi. Hiç kendimizi kandırmayalım, dünya adil bir yer değil ve bunun nedeni de haksızların sadece güçlü olmalarından kaynaklanmıyor; aynı zamanda cin gibi zekiler. 

Soru şudur: Haksızlar bu kadar erdemsizken, nasıl oluyor da dünyaya onlar egemen olabiliyor? Büyük paralara sahip oldukları için mi? Belki, ama sadece paranın kudreti değil bu. Büyük para ve büyük tecrübe yan yana gelince, hakimiyet kurmak daha kolay hale geliyor. Para yönetmek için koşulları olgunlaştırıyor, tecrübe ise yönetmenin biçimlerine hayat veriyor. 

Dünyaya egemen olanların niteliklerine baktığımız zaman, gördüklerimiz bizi şaşırtmasın. Çünkü her zaman egemen fikirler, egemen olanların fikirleri olmuştur. Egemen olanlar, adına ideoloji denilen kılıfla, her şeyden önce bütün haksızlıklarının üstüne ipekten bir örtü sererler. İdeoloji, haksızların çıkarını örter ve onları sanki bizim gibi erdemli insanlarmış gibi, büyük bir imaj ambalajıyla saklar. Bir süre sonra özel çıkarlarını göremez oluruz. Özel çıkarlarını hepimizin genel çıkarıymış gibi sunar ve biz de buna gönülden inanırız. 

Oysa haksızı görebilmek için önce, haksızlığa işaret etmeliyiz. Haksızlık görülmeden haksız görülemez. Haksızlığı görmek ancak aydınlatır bizi. 

Haklıyız ama bu yetmiyor; çünkü haksızlığı mahkum etmiyoruz. Haklılığımızın meşruiyeti için, erdemli olmak gerek; ama bu da yetmiyor. Erdemli olmanın yanına doğru bilgi ve hayattan süzülmüş tecrübeleri koymadan, haksızlık karşısında zafer kazanamayız. 

Haklı olmak yetmiyor; Keşke evet yetiyor diyebilseydim ama yetmediğini hepimiz kendi yaşamımızdan da biliyoruz. Elbette haklı olmak çok değerli 

Ancak neden ve niçin haklıyız sözü hangi konu ve olayla alakalı olduğu sorusuyla başladığında onlarca engel ile karşılaşacağımızda aşikardır 

Eğer haklı olmanız birilerinin çıkarına aykırıysa artık haklı olmak sadece sizin sorununuz değildir. 

Ve haklı olduğunuz konu kimlik veya inanç konusuysa haklılığın ortakları otomatikman çoğalıyor 

Ve haklı olmanız başkalarının önceliği olmaktan çıkıyor.

Devreye eski ve yeni sosyoloji, güçler dengesi, bölgesel veya uluslararası çıkarlar, sizin kullandığınız yol ve yöntemler, coğrafyanızın konumu gibi daha da çoğaltılabilecek etkenler devreye girmiş oluyor.

Kürtlerin hala anadil taleplerinin bile gerçekleşmemesi tüm bu nedenlerden ötürü değil mi? 

Ya da Irak Kürdistan Bölgesi’nin haklı ve insani referandumuna gösterilen tepkiler.

Ya da Filistinlilerin yasadığı dramlar.

Veya en gelişmiş demokrasilerden İspanya da Katalanların başına gelenler.