Başbakan Ahmet Davutoğlu, çözüm sürecine ilişkin ''Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz'' dedi.

Başbakan Davutoğlu, özel bir televizyon kanalında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. ''Çözüm süreciyle ilgili neler oluyor, hangi bilgileri bizimle paylaşırsınız?'' sorusu üzerine Davutoğlu, süreci yakından takip edenlerin bu konulardaki hassasiyetlerini çok yakından izlediğini belirtti. Çözüm sürecinin Türkiye'nin en önemli projesi olduğunu vurguladıklarını belirten Davutoğlu, ''Ortadoğu'daki şu anda kargaşalar içinde tek başarı hikayesidir. Bu proje tamamıyla yerli, tamamıyla bu halkın iradesiyle ortaya çıkmış ve hükümet bu halkın iradesine hem tercüman olmuş hem de yönetmiştir. Bunu açık bir şekilde ifade etmek lazım'' dedi.

Türkiye'de etnik ve mezhebi her çatışmanın suni, konjonktürel, arizi olduğunu ifade eden Davutoğlu, ''Asırlar süren beraberliğimiz dolayısıyla çok güçlü bir tarihi harmanda yoğrulmuş bir toplumuz. Bu arizi durumun ortadan kalkması için bir taraftan demokratikleşme yoluyla insanların en doğal haklarını teslim eden ama diğer taraftan da ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi dirliğini, birliğini teminat altına alan bir sürecin adı çözüm süreci'' diye konuştu.

''BURADAKİ PSİKOLOJİK BAĞ ÇOK ÖNEMLİ''

Geçmiş dönemlerde, 90'lı yıllarda şöyle bir çelişki olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Ülkenin dirliğini, birliğini, toplumun huzurunu temin etmek için son derece gayri tabi güvenlik yöntemleri uygulanması gerektiği düşünülüyordu. Köylerin yakılması, meralarda yasaklar, 90'lı yılları kastediyorum. Bizim getirdiğimiz fark şu, biz insanların özgürleştirilerek ve demokratik bir bilinç geliştirilerek ülkenin dirliğinin ve siyasal sistemin meşruiyetinin temin edileceğine inanıyoruz'' dedi.

Buradaki psikolojik bağın önemli olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Aidiyet hissi. 90'lı yıllarda ve de 80'li yıllarda, daha önceki başka dönemlerde de özellikle 30'lı, 40'lı Dersim Olayları'nda hep devleti öne alan ve devletin güvenliğini temin ederek ülkeyi bir arada tutmaya çalışan politikalar benimsendi. AK Parti'nin farkı şuydu, devleti öne alan değil, devletin meşruiyetini halk nezdinde güçlendirecek şekilde insanı öne alan bir yöntem benimsedik. Onun için hiç kimseden bir iltifat, izin ya da bir şekilde takdir beklemeden demokratikleşme paketlerini arka arkaya açıkladık, 12 yıl içinde. Daha önce 90'lı yıllarda yasaklandığında ülke birliği korunacak zannedilen birçok şey, Kürtçe'nin siyasi propaganda olarak kullanılmasının yasaklanması, kasetlerin dahi yasaklanması, annelerin, babaların çocuklarıyla hapishanede Kürtçe konuşamamasından geniş bir spektrumda. Biz bunu değiştirdik.''

''NİYE SİLAH KULLANILIYOR?''

Başbakan Davutoğlu, ''Getirdiğimiz yeni şey, yeni anlayış ve çözüm sürecinin ana omurgasını bu oluşturuyor. Bireylerin hangi etnik ve mezhebi kimliğe ait olurlarsa olsunlar devletle ilişkisinin, siyasal sistemle ilişkisinin restore edilmesi, yeniden tanımlanması ve aidiyetin güçlendirilmesi. Bu yönde biz adımlarımızı attık'' diye konuştu.

O zaman bu meseleler çözüldükçe, Güney ve Doğu Anadolu'da şiddet ortamının ortadan kalkmasını ve silah bırakılmasını beklediklerini ve istediklerini belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

''Herkes ne hak talep ediyorsa hiçbir şiddet unsuru kullanmadan siyaset üzerinden talep etsin. Nitekim bugün HDP milletvekillerinin TBMM'de ifade ettiği hususlar, 90'lı yıllarda milletvekillerinin apar topar tutuklanmasına sebebiyet veren hususlardı. Öyle görünen hususlardı. Şimdi Meclis çatısı altında konuşuluyor. Kimse de niye bu konular bu çatı altında konuşuluyor demiyor. Bütün bu demokratikleşme yollarıyla her türlü görüş rahatlıkla tartışılabiliyorsa, her tür siyasi parti kuruluyor ve bu partinin kapatılması imkansız hale gelmişse neredeyse, tamamıyla imkansız kılacaktı da BDP o zaman destek veremediği için olamadı. Bütün bunlar olmuşsa şiddetin arkasındaki gerekçe ne? Niye silah kullanılıyor? Niye başka bir vandalizme yol açılıyor?

Son 1,5 yıldır yürütülen çözüm süreci bir taraftan bu demokratikleşmeyle yürürken diğer taraftan iki süreç yaşadık. Bir Oslo süreci, bir de hatırlarsınız Habur'dan geri dönüşler başlamıştır. İki süreçte de farkettik ki bunun milli, yerli ve Türkiye'nin vatandaşları suçlu da olsa, hapishanede de olsa, serbest de olsa, siyaset de yapıyor olsa vatandaşlar arasında bunları görüşülerek halledelim. Bu süreçte İmralı'da yapılan görüşmeler, siyasilerin yaptığı temaslar, biz tabi muhatap olarak siyasileri alırız, hep siyasileri aldık ama çözümde kim katkı yapabilecekse herkesi sürecin içine soktuk.''

''ZİHNİYET AYNI ZİHNİYET''

Buradaki psikolojik sahiplenmenin çok önemli olduğunu vurgulayan Davutoğlu, toplumun da doğunun, batının da bunu sahiplendiğini belirtti.

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Siyasi otorite olarak bunun için ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Ama şu son olaylar gösterdi ki nasıl 90'lı yıllarda köy yakarak devletin bütünlüğünü koruduğunu zannediyordu yanlış bir zihniyet, şimdi de şehirleri yakarak birileri hak arayacağını zannediyor. Zihniyet aynı zihniyet. Ben CHP'ye ve HDP'ye 'vaaz zihniyeti' derken aslında bunu kastediyordum. Dersim'i bombalarken ülke bütünlüğünü garanti altına aldığını zanneden CHP zihniyeti ile ya da 90'lı yıllardaki Ergenekon vari yapılanmalar, faili meçhullerle ülkeyi bir arada tutacağını zanneden zihniyetle, Diyarbakır, o güzelim Diyarbakır, güzelim Mardin, Batman, Siirt'i ateşe, dumana, kana boğarak Kürtler'in haklarını koruyacağını zanneden zihniyet ayni zihniyet.''

''Çözüm süreciyle bu zihniyet değişmemiş mi oluyor?'' sorusuna karşılık, Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

''Oraya geleceğim. Biz şu iyi niyetle hep yaklaştık. Demokratikleşme paketlerini yaparız, gerekli adımları atarız. Geçen sene 30 Eylül'de bile bize verilen sözler yerine getirilmediği halde demokratikleşmeden hız kesmedik. Neydi bize verilen söz? Mayıs ayında sınır dışına çekilecekti bu terör örgütü mensupları. Silahlarını bırakıp çekileceklerdi. Silahlarını bırakmadılar, çekilmediler. Çünkü hep bir hesap içindeler. Tam o sırada Gezi olaylarının patlak vermesi bir tesadüf değildir. Birileri Türkiye'de bir yaranın, kanayan bir yaranın şifa olmaya başladığını görünce başka yaraları kanatarak o kabuk bağlamaya başlayan yarayı da açmaya çalıştı. Geriye çekilme durdu. Biz yine de sabırla takip ettik, çünkü bu proje bizim projemiz. Kürdüyle, Türküyle, her kesim projesi. Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle. Buna cevabımız bizim 30 Eylül'de yeni demokratikleşme paketi açmakla oldu, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde. Daha sonra Mesut Barzani'nin Diyarbakır'a gelişiyle, gittikçe artık çözüm süreci daha da toplumsal bir karşılık bulunca bu sefer 17 Aralık, 25 Aralık komploları bir başka gölge getirdi. Dikkat edin onu yapanlar aynı zamanda 2 sene önce, 3 sene önce KCK operasyonlarını yaparak yine bu yarayı derinleştiren kesimlerle aynı kesimler.''

''KİMSE 'BEN BUNU BİLMİYORDUM'' DİYEMEZ''

Davutoğlu, ''Derin yapı dediğiniz o mudur efendim?'' sorusu üzerine, ''Öyle veya böyle, vesayet derin yapılarla... Mesele, birisi bir türlü bu yaranın kabuk bağlamasını istemiyor. Sonra o yaranın kabuk bağlamanın ötesinde yavaş yavaş şifa bulması ve yara gibi görülen şeyin organizmayla bütünleşerek bir şifa halini almasını istemiyor. Biz buna rağmen ve bütün bu şeylere rağmen çözüm sürecini kararlılıkla yürüttük. Bize verilen hiçbir söz yerine getirilmemiş olmasına rağmen, bütün bir yaz ve iki seçim geçti, bu seçimlerde nasıl bir baskı uygulandığını biz biliriz, oradaki AK Parti siyasilerine. İl başkanlarımızın kardeşleri öldürüldü, kendileri kaçırıldı, ilçe başkanlarımız, bir terör havası.

Mesaj şu, 'Burada siyaset olacaksa ben yaparım. Özgürlük olacaksa, ki benim anladığım kadar olur.' Bu işte aynı 90'ların şeyi. 'Siyaset yapacaksan sen yapamazsın bizim dediklerimiz yapacak', yani tersinden bir mantıkla bir yaklaşım sergileniyor. Hükümeti kurduk hemen çözüm süreci mekanizmasını ilan ettik. Arkasından Bakanlar Kurulu kararı çıkardık. Bütün bunları yaptık ve yol haritasında da mutabık kalındı. Mutabık kalındı derken, bunun bütün taraflarının bunu bildiğini bilerek söylüyorum. Devletin kanadında da herkes biliyordu, karşı tarafta da HDP vesaire, bu sürecin içinde olanlar. Kimse 'Ben bunu bilmiyordum, şurada şüphe ettim' falan diyemez. Herkesin bildiği bir yol haritasında mutabık kalalım ve bunu biran önce nihayete eriştirelim dedik.''

"BU BARIŞ PROJESİNİ ENGELLEMEK İÇİN BİRİLERİ DÜĞMEYE BASTI"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bu barış projesinin başarıya ulaşmaması için ve bu ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk bağlamasını engellemek için birileri düğmeye bastı" dedi.

''Şimdi başlayan süreç bu mu?'' sorusuna karşılık Davutoğlu, ''Tabi başlamıştı bu süreç. Yani bir adım öncesinde. Benim Selahattin Demirtaş ile yaptığım görüşmede, Selahattin Demirtaş yol haritasının ne olduğunu biliyordu'' dedi.

Demirtaş'a, "Artık bunu nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça bölgedeki gelişmeler bunu olumsuz etkiler" değerlendirmesinde bulunduğunu anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Ona artık bunu nihayete erdirelim, sürümcemede kaldıkça bölgedeki gelişmeler bunu olumsuz etkiler, bölgeden kastım Ortadoğu bölgesi. Daha önce Ada'ya giden heyetle görüşmelerimizde kendilerine söylendi, MİT Müsteşarımızla yaptıkları görüşmelerde söylendi. Fakat bunun için onlara da ifade ettiğimiz şey şu; her türlü konuyu konuşuruz süreç içinde neler yapılacağı karşılıkların ama kanunsuzluğu konuşamayız, biz hukuk devletiyiz. Kanunsuzluk üzerine bir şey inşa edemeyiz. Yani 'çözüm süreci var, siz müsamaha gösterin de şurada şu olaylar devam etsin' olmaz. Şimdi tam da bu konularda mutabık kalınmışken ve toplumda çözüm süreci bir ivme kazanmış denilirken, ne oldu? 1 Ekim'de biz Bakanlar Kurulu kararını çıkartırken Gezi Parkı olayları, 17 Aralık'ta ne olduysa aynısı oldu."

"Bu barış projesinin başarıya ulaşmaması için ve bu ülkenin kanayan yarasını sarması, kabuk bağlamasını engellemek için birileri düğmeye bastı" ifadesini kullanan Davutoğlu, "O birileri kim?" sorusu üzerine, "Önce resmi görelim, arka planına bakarız. Ne oldu bakın. Kobani'ye Türkiye'nin ne yardım yaptığını en iyi kendileri bilir" cevabını verdi.

Kobani olayının ayrıca bir paranteze alınması gerektiğini belirten Davutoğlu, "O önemli çünkü o bahaneydi, aynen Gezi gibi bazı yeri değiştirilen ağaçların yerinin değiştirilmesi gibi bahaneydi ve tam bir şehir terörü estirildi. Soğukkanlı bir şekilde olayları takip ettik, gerekli güvenlik tedbirlerini aldık" dedi.

Olaylarda devlet kurumlarına saldırıldığını, ambulansların, Kuran kurslarının, kütüphanelerin ve müzelerin yakıldığını hatırlatan Davutoğlu, "Yani zihinlerindeki siyasetin ne olduğunu söylediler. Sonra işadamları, özellikle AK Parti'ye mensup veya yakın, işadamlarının yerleri talan edildi. Çözüm sürecinin olumlu atmosferini dağıtmak için. Çünkü oraya çok ciddi yatırım gelmeye başladı.

"YASİN BÖRÜ, 16 YAŞINDA BİR GENÇ, BERKİN ELVAN'DAN YA DA DİĞER GENÇLERDEN BİR FARKI YOK"

Olaylarda yaşamını yitiren Yasin Börü'nün 16 yaşında bir genç olduğunu, Berkin Elvan'dan ya da diğer gençlerden bir farkı olmadığını belirten Davutoğlu, şunları ifade etti:

"Yasin, 3 arkadaşıyla kurban eti dağıtırken, bir hayır işi yaparken, hepsi 16, 18 ve 20 yaşlarında gençler, 3. kattan atılıp, kafası taşla ezildi. Bunun faili kim? Şimdi, 90'lı yıllarda faili meçhul diyerek bir halkı ayaklanmaya çağıran ve terörü bu şekilde meşru kılmaya çalışanlar, şimdi bir faili meçhulü nasıl izah edecekler?

Şimdi biz 90'lı yıllardaki faili meçhule karşı çözüm sürecini getirdik. Bu faili meçhulü yapanlara karşı da çözüm sürecini öncelikle Kürt vatandaşlarımıza emanet ediyoruz. Onlar sahip çıkacak çözüm sürecine, onlar diyecekler ki nasıl 90'lı yıllarda birileri meraları ya da köyleri yakarak, birileri güvenlik temin edemedi, sizler de şehirlerimizi yakarak bize haklarımızı getiremezsiniz. Onlar diyecekler, Yasin Börü ve o kardeşlerimiz nasıl katledildi, çıkartın faillerini? Biz çıkartmak için devlet olarak elimizden geleni yapacağız. Hükümet olarak dönüp soracaklar, sormalarını bekleriz, siz bizim hakkımızı koruyamazsınız."

"Nasıl Kobani'de şehit edilen ve hunharca öldürülen Kürt kardeşimizin hukuku bizim için kutsalsa, Diyarbakır sokağında, Kurtalan'da değişik yerlerde öldürülen Kürt vatandaşımızın hukuku aynı ölçüde kutsaldır" değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Olaylarda öldürülenlerin hepsi Kürt, öldürülenler Türk olsa veya Boşnak, Arap olsa meşru görecek değiliz, o anlamda söylemiyorum. Fakat bu faili meçhul zihniyet üzerine soruyoruz, çözüm sürecinin failleri kim? Kim bunun muhatapları? Demeleri beklenir ki; 'biz bunları, bu eylemleri kınıyoruz, lanetliyoruz, bir daha olmaması için elimizden geleni yapacağız.' Fakat şöyle değil sureti haktan görünerek değil, bazı yöneticiler tavşana kaç, tazıya tut, hem gençleri tahrik edeceksiniz sonra da biz engellemeye çalıştık ama olmadı. Peki neden tahrik ediyorsun?

Meclis'te konuşabiliyorsun, barışçıl gösteri yapabiliyorsun istediğin yerde, istediğini yazabiliyorsun, söyleyebiliyorsun. Kim engelliyor seni? Niye yakıp yıkıyorsun? Gösteri yaptığında barışçıl anlamda seni engelleyen olduysa gelin, teminatı bizdedir. İstediğiniz meydanı gösterin istediğiniz şehrimizde gösteri yapabilirsiniz ama o gösteriyi yaparken ya da gösteri yapmadan herhangi bir yeri talan edemezsiniz, insanları katledemezsiniz."

"BİZ BU YOLA, HER TÜRLÜ SONUCU GÖZE ALARAK ÇIKTIK"

"Her şerden hayır çıkar" diye bir söz vardır, aslında toplumumuz doğusuyla batısıyla gördü, kim neyi istiyor? Bütün buna rağmen biz bir taraftan güvenlik önlemlerini nasıl artırır, halkımızın güvenliğini koruruz diye çalışırken, diğer taraftan da çözüm sürecinin tekrar nasıl canlandırırız diye çalışıyoruz" ifadelerini kullanan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Dikkat edin birileri hemen Türkiye otoriterleşiyor diye, Batıda demokratik ülkelerde olan kuralları getireceğiz dediğimizde dahi böyle diyor. Fakat biz aynı saatlerde bir taraftan acaba ne tedbir alırız da vatandaşımızın can güvenliğini koruruz diye düşünürken, diğer taraftan da çözüm süreci toplantısını hiç aksatmadan 15 günde bir yapıyorum. Arkadaşlarımızı yeni görevlendirmelerle alana çıkartıyoruz.

Bugün de MYK'da konuştuk, her bir santimetrekaresini dolaşma talimatı verdim arkadaşlara, hiç kimse bizi sindiremez, hiç kimse Türkiye'nin herhangi bir santimetrekaresinde siyaset yapmamızı engelleyemez. Biz bu yola her türlü sonucu göze alarak çıktık. Burada bu salonda bölgedeki belediye başkanlarımıza, bakanlarımıza, genel başkan yardımcılarımıza talimat verdim."

Her hafta il danışma toplantıları yapacaklarını, her ile giderek vatandaşla konuşacaklarını belirten Davutoğlu, "Çözüm sürecinin muhatabı olan oradaki vatandaşımızla konuşacağız. Buradaki tek aktör HDP ve onun bağlantılı şeyleri değil. Onlarla da konuşmaya devam edeceğiz. Eğer irade gösterirlerse, eğer çözüm sürecini kanunsuzluk gibi algılamaya devam etmezlerse, yol açık. Yol haritası belli. Herşeyi yapmaya hazırız. Herşeyi derken sınırsız anlamda demiyorum. Yol haritası bağlamında, anlaştığımız konularda devam ederiz. Ancak tekrar aynı olayların yaşanmasına izin vermeyiz" diye konuştu.

"Tam da şimdi onların da devreye girmesini talep etmemizi gerektiren bir vakittir" ifadesini kullanan Davutoğlu, "Hem nihayi sonuca ulaşabilmek için... Görülüyor ki her erteleme bir risk getiriyor. Bizim tarafımızda bir erteleme yok, ne yapılması gerekiyorsa yapıldı ama öbür taraftan da tekrar psikolojik bir üstünlük almak gerekiyor. Tekrar çözüm süreci psikolojisinin olumlu atmosferini yaymak gerekiyor. Akil insanlarda en çok üzerinde duracağımız husus bu. Toplumsal sahiplenmeyi nasıl artırırız, çözüm sürecine nasıl tekrar ivme kazandırırız ve bir şekilde bütün toplumsal mekanizmaları harekete geçiririz" ifadelerini kullandı.

"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek, onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka gösterecek. Fakat eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz işlem yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı, onu da göstermekte tereddüt etmeyecek" dedi.

"Kandil de bu şeyin içinde mi, bu yol haritasındaki mutabakatta var mı onlar da?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Tabii, HDP ne yapıyor burada? Daha önce BDP idi, bir taraftan muhatabımız o. Diğer çözüm sürecinin bir anlamda veya bu problemin aktörü olanların da devreye sokulması veya bilgilendirilmesi, sürecin içinde doğru rol oynamaları HDP'nin sorumluluğunda. Onlar gidiyorlar, konuşuyorlar ve bize getirdikleri ve herşeyin olumlu yönde değişeceğini göreceksiniz dedikten bir hafta sonra, bunu dedikten, Yalçın beye, ilgili arkadaşlarımıza, MİT Müsteşarımıza bu mesajlar verildikten, HDP üzerinden, HDP bu mesajı verdikten bir hafta sonra bütün şehirlerimizi yangın yerine çevirmeye kalkmak, o bölgede o zaman bir niyet tazelemesine ihtiyaç var" diye konuştu.

"Hafta sonu tekrar gidiyorlar, yani o zaman bir güven zedelenmesi çıktıysa yeni olarak Kandil'den ne bekliyorsunuz?" sorusuna karşılık da Davutoğlu, "İyi niyet, yani HDP o anlamda muhatabımız onlara şey yaparak, önce iyi niyetlerini görmek istiyoruz, sonra kararlılıklarını, siyasi şey anlamda. Çünkü niyetleri konusunda ciddi şüphe oluşturdular hem bize hem toplumda" dedi.

Çözüm sürecini konjektürel, "şimdilik birbirimizi idare edelim, bir tiyatro oynayalım" diye çıkarmadıklarını, bir acıyı yok etmek üzere çıkardıklarını vurgulayan Davutoğlu, dolayısıyla bunları görüp görmemelerine göre ortaya çıkacağını bildirdi.

Başbakan Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Ancak ne karar alırsak alalım, hiç bir zaman bir daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kardeşlerimizin haklarına halel gelmeyecek. Onların hukukları zedelenmeyecek. Devlet müşfik gücünü halka gösterecek. Eğer kudret, gücünü göstermesi gerekiyorsa kanunsuz işlem yapanlara karşı, eylem yapanlara karşı onu da göstermekte tereddüt etmeyecek. Bunun ikisi birbirine alternatif şeyler değil. Çünkü çözüm süreci adına ortaya çıkartılabilecek boşluğun nelere yol açtığını gördük. Düzen varsa, özgürlük ve o anlamda bir çözüm süreci işler. Hukuk düzeni korunacak."

"Kandil'e giden bazı gazetecilerin de savaş çığırtkanlığı yaptığı" anımsatılarak, "Kandil"in savaş çığırtkanlığı yapmasına vesile olan gazeteciler karşılığında, İmralı ile akil insanların veya gazetecilerin temas kurması konusunda ilerleyen süreçte bir şey yaşanabilir mi?" diye sorulan Davutoğlu, geçmişte Kürtler ile ilgili eserler yazmış, devletin Kürtler'e karşı müşfik olması gerektiğini söyleyen gazetecilerden, şimdi devlet en müşfik yüzünü göstermişken, örgüt de en vahşi barbar yüzünü göstermişken, bir tavır almalarını beklediklerini söyledi.

"HERKES KENDİSİNİ SORGULAMALI"

Herkesin samimiyetle kendisini sorgulaması gerektiğini, kendisinin de Başbakan olarak, üzerindeki ağır emaneti her gün ne kadar yerine getirebiliyorum diye sorguladığını dile getiren Davutoğlu, aslında bu olayların ciddi bir muhasebe ve özeleştiri yapma imkanı da sunduğunu söyledi.

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Herkes yapsın. Mesela biz bu anlamda baktığımızda vatadaşımızın güvenliğinin teminat altına alınmadığı yerlerde verdiğimiz özgürlüklerin kullanılamaz olacağını gördük. Yani demokratikleşmeyi yaygınlaştırdık, özgürlük alanlarını genişlettik ama birileri o özgürlük alanını kullanarak vatandaşlarımızın can güvenliğini yok ediyor. Şimdi bu da dahil şu günlerde sanki Türkiye bir otoriterleşme eğilimi... Hayır demokratikleşme eskisinden daha hızlı olacak, daha derin olacak ama dediğiniz hususlarda herkesi bir muhasebeye davet ediyorum. Gezi olaylarında veya daha sonraki olaylarda, devlete yönelttikleri o acı dil, niye bazılarının şu anda suskun o acı dil? Bir polisin yaptığı hatayla bütün bir toplumu polise karşı kışkırtanlar, varsa bir hata ki hepsi sorgulandı, hepsi hukuk önüne çıkarıldı. Peki bu başı taşlarla ezilen çocukların hukukunu korumak için, Diyarbakırlı annelerin o ağlayan, yürek yakan annelerin acılarını için niye seslerini yükseltmiyorlar?"

Galatasaray Lisesi önünde kendilerini "Cumartesi anneleri" diye adlandıran annelerin herkesin yüreğini yaktığını anımsatan Davutoğlu, "Peki Diyarbakır annelerinin yüreği daha mı az önemli? Onlar daha mı az anne?" diye sordu.

Kendisinin bu ailelerle bir araya geldiğini anımsatarak, herbirine yüreğinin ağladığını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bunlar çocuk, genç. Bir tanesi çocuğunun resmini bana göstererek yaşadığı şeyleri anlattı ve Kürtçe konuşuyordu. Fakat hani Kürtçe'yi kısmen anlayabilirim bazı kelimeleri çıkartabilirim fakat gönül diliyle ne söylediğini zaten anlıyorum. Bir kere de gönül dilini konuştursalar hani bu gazeteci. Bakıyorum, takip ediyorum. Bir gazete, ana medya, bir gazete, ben basın eleştirisini böyle şeyde yapmaktan hoşlanmam ama 'şu konularda geri adım' diye yazıyor, manşet atıyor. Neyin geri adımı, daha ortada deklare edilmiş birşey yok. Neyin şeyini soruyorsunuz? Peki o 'geri adım' dediğiniz ki dediğim gibi doğruluğu daha teyit edilmemiş şeyler, daha üzerinde çalıştığımız bir paket var. Peki aynı cesaretle kararlılıkla bu vandalizmi yapanlara karşı niye tutum alamıyoruz?"

Davutoğlu, bunların herkesin üzerinde durması gereken şeyler olduğuna işaret ederek, hep beraber bir bina inşa ettiklerini, kongrede restorasyon, bina, inşa ifadelerini bilerek kullandığını söyledi.

Her gün bir devlet kurumunu ziyaret ederek birifing aldığını anımsatan Davutoğlu, bütün yapıların, 12 yıllık tecrübeyi de içinde barındırarak yeni bir inşa dönemine girmesi için çaba sarf ettiğini belirtti.

Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bu inşa faaliyetlerinin en önemlisinin, gönül inşasını içeren çözüm süreci. En önemlisi. Aidiyet duygusunu pekiştirmek. O aidiyet duygusunun içinde semboller var. Onun için bayrağa saldırıyorlar. Çünkü hala bayrak sevgisinin o Ayyıldızın sıradan bir Kürt vatandaşımızın gönlünde ne kadar derin tarihi, kültürel etkisi oluğunu biliyorlar. Onun için Kuran kurslarına saldırıyorlar. Onun için kütüphanelere saldırıyorlar. Yani biz bu kültürü görmek istemiyoruz diyor. O kültür dediği şey sadece ulus devlet olarak bu dönemde üretilen kültür değil. Bin yıl burada bu topraklarda üretilen kültür."

"HERKESİN BİR MUHASEBE DÖNEMİ GEÇİRMESİ LAZIM"

Yıpratılmak, yok edilmek istenen kültürün, Artuklu'nun, Kürt Mervanilerin, Selahattin Eyyubilerin kültürü olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"O kütürel bağı yok etmek istiyorlar. O zaman ben bu harekete yerli bir hareket olarak, bir bölge halkının hareketi olarak bakabileceğimizi düşünebilir miyiz? Şimdi o zaman herkesin bir şey yapması, bir muhasebe dönemi geçirmesi lazım. Bu tam da kritik bir aşamada. Bunu yapmamız halinde iyi niyet de gösterilirse, herkesin eşit şartlarda vatandaşlık hakkını özgürce kullandığı bu bina inşası devam eder. Fakat birileri bu binayı adım adım, gıdım gıdım, üstüne taş koya koya inşa etmeye çalıştığımız bu binayı yıkmaya kalkarsa, önce kendi altında kalır bunu bilsin. Yani çözüm süreci binasından söz ediyorum. Devlet öyle veya böyle badireleri atlatmasını bildi. Yani devlet derken sadece bir şeyi söylemiyorum, ortak kültürden kaynaklanan ortak bilinci. Biz ne badireler gördük. Ancak, bu binayı birisi çökertmeye çalışırsa önce altında kendisi kalır. Herkesin bunu hesap etmesi lazım. Suriye'de ve Irak'ta kamu otoritesinin çökmüş olmasından doğan zararı en fazla kim gördü? Kürtler gördü, Araplar gördü, orada yaşayan Türkmenler gördü. O coğrafya gördü. Sanırlar mı bizim buradaki Kürt kardeşlerimiz bunu görmüyor? Onların oyununa mı gelecekler? Kalkışma tabirleri içinde bir halkı harekete geçirmeye çalışmak. Onlar onu yapacaklar biz de gideceğiz her bir Kürt vatandaşımızı bağrımıza basacağız. Yüreğimizi yüreğine değdireceğiz. Onların taşla ezdikleri o kardeşimizin beynindeki irfanı yeni nesillere aktaracağız. Kimse bundan sonra 90'lı yılların şiddet yöntemine dayalı yaklaşımını devletten görmeyecek. Ancak, mücadele mi sonuna kadar mücadele. Siyaset mi sonuna kadar siyaset. Özgürlük mü, sonuna kadar özgürlük. Bunun mücadelesini verirken de bir an tereddüt etmeyiz."

"İç güvenlik reformuyla ilgili tartışmaların sürdüğü ve bunlarla ilgili 'Kenan Evren kanunları' nitelendirmesi yapıldığı, kısa bir süre önce de dinlemeleri zorlaştıran bazı düzenlemeler yapıldığı" anımsatılarak, "Şimdi ne değişti? Yeni bir ihtiyaç mı ortaya çıktı?" sorusu yöneltilen Başbakan Davutoğlu, "Bir kere tabii ben görmedim kim dedi Kenan Evren yasaları diye ama" dedi.

"Bazı gazetelerde yer aldığı"nın ifade edilmesi üzerine ise Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Herhalde o 80'li yılları görmemiş birileri yazmış olacak. O yıllarda yurt dışındaydı ya da daha doğmamıştı onu yazan. Gitsin onu Diyarbakır hapishanelerinde Kenan Evren döneminde neler yaşandığını bilenlere anlatsın, bizim nesle anlatsın. Üniversitelere girerken dahi ne zaman götürüleceğiz acaba nasıl sorgulanacağız diye. Ben 12 Eylül'den sonra uzun bir süre her gün ayrı evde kaldım. 28 Şubat'ta da aynı tedbirleri almak zorunda kalmıştık. Biz bunları biliriz. Şu anda kimse kanunsuz bir iş yapmadıkça kendisini böyle bir, kapısını çalan hani sabah çalanın sütçü olduğunu bilmek. Şimdi kim bu anlamda bir korku içinde olabilir? Kime böyle bir plan hazırlanıyor? Bunu bir kere daha kamuoyu ile benim paylaştığım, dün İçişleri brifinginden sonra paylaştığım hususlar dışında konular paylaşılmış değil. Burada alacağımız, bütün bu tecrübeden sonra alacağımız bazı tedbirler var."

Hazırlıkların tamamlanması halinde bunu sadece bir iç güvenlik reformu şeklinde değil başka unsurlarla da desteklenmiş bir paket, özgürlük ve reform paketi halinde Salı günü partisinin grubunda açıklamaya çalışacağını bildiren Davutoğlu, aksi takdirde bunu daha ileriki günlerde açıklayacağını belirtti.

Davutoğlu, "Fakat birbiriyle entegre bir reform ve özgürlükler paketi şeklinde olacak" dedi.

"Sadece son olaylarla ilgili bir şey değil" ifadesi üzerine Davutoğlu, şunları söyledi:

"Hayır ama bu son olayların getirtiği unsular, aldığımız dersler de olacak. Nedir mesela? İstediği şekilde aranma, makul şüphe, somut delil. Şimdi aradaki fark şu. Ben daha önce de bunları takip ederdim tabii ama 15 gündür bu konuda herhangi bir hata yapılmaması için gece veya gündüz bunların delillerini hem İçişleri Bakanımızdan hem Adalet Bakanımızdan hem ilgili birimlerimizden şey yapıyorum, bizzat tetkik ediyorum. Ezbere bir iş yapmadığımı beni tanıyanlar bilir. Haksız bir şekilde herhangi bir gerekçe olmadan bir özgürlüğü kısıtlamayacağımı da bilirler. Bu özgürlükler için gerekirse canımı ortaya koymaktan fedakarlık etmeyeceğimi de bilirler. Dolayısıyla bu konuda bir kere herkesin emniyet içinde olmasını isterim."

"HİÇBİR ÖZGÜRLÜK KISITLANMAYACAK, AKSİNE ÖZGÜRLÜKLER TEMİNAT ALTINA ALINACAK"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Herhangi bir şekilde hiçbir vatandaşımız mağdur edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba bu gösteride maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri özgürlüğünü kullanabilecek" dedi.

Arama ve dinlemede somut delil yerine makul şüpheyi yeterli gören düzenlemeye ilişkin soru üzerine Davutoğlu, düzenlemenin ülke ve halkın huzuru için yapıldığını söyledi.

Tedbir ile hukuk arasında, önleme ile bir suç ortaya çıktıktan sonraki süreç arasında görünmez bir çizgi bulunduğunu aktaran Davutoğlu, "Tıpta da vardır bu. Koruyucu, önleyici tıp var. Hastalık bulaştı mı ilaç almaya başlıyorsunuz. Bazen bu ilacın yan etkileri de olabiliyor. Bizim meselemiz suçu işlenmeden önce durdurabilmek. Suç işlendikten sonra... Öldürülecek kişi öldürülmüş, yakalanamayan uyuşturucu yerine ulaşmış oluyor" dedi.

Geçmişte herhangi bir polisin, bir kamu otoritesinin, vatandaşı işlemediği bir suç için suç işlemiş muamelesiyle alıp bir yere götürebildiğini ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:

"Onun için '12 Eylül'ü bunlar bilmiyorlar' diyorum. Hangi arkadaşlarımızın nasıl çilelerle bunu yaşadığını hepimiz biliriz. Şuandaki uygulamada gördüğümüz şey bu ince hattın netleşmesi. Ne oluyor biliyor musunuz? Çarpıcı olduğu için bir iki yerde daha bu örneği verdim. Biz burada otururken, yanımızdan veya dışarıdan, uyuşturucu, bonzai taşıyan bir araç geçiyor olsa, bize de ihbar gelmiş olsa, bunu engellemekle mükellef insanlar olarak, bunun içinde uyuşturucu var ve biraz sonra şuradaki gençleri zehirleyecek. Bu bilgi üzerine ben İçişleri Bakanımı arasam ve desem ki 'Bunu engelleyin, durdurun' Oradaki emniyet görevlilerimiz ne yapacaklar biliyor musunuz? Arabayı durdurup arayamıyorlar, çünkü somut delil yok. Arayacak savcıyı. Savcı diyecek ki 'Somut delilin ne?' 'Bir ihbar geldi.' 'İhbar delil değil' diyecek. Somut delil olmadığı için o araba gözümüzün önünde gidecek, o gençleri zehirleyecek."

"CAN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDEN BİR ŞEY VARSA"

Bingöl'de polise yönelik saldırıyı da örnek gösteren Başbakan Davutoğlu, "Bingöl'de şehit edilen kardeşlerimiz. Onunla ilgili ihbar geliyor. Emniyet birimlerimiz o kişilerin gözaltına alınması için savcıya müracaatta bulunuyorlar. Savcı da diyor ki 'Bunun bu saldırıyı yapacağına somut bir deliliniz var mı?' Daha suç işlenmemiş ki delil olsun. Delil ne zaman olur, suç işlendikten sonra delil sorulur" diye konuştu.

Ancak savcı veya hakimlerin bu konuda tümüyle kusurlu olmadıklarını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:

"O da diyor ki 'Ben hukukçuyum bana delil getir. Yoksa o delil olmadan ben işleme koymam' diyor. İyi niyetliyse. Bir de kötü niyetlileri var ki var. Onların da örneklerini vereceğim. Hepsini tek tek tespit ediyoruz. Bunların hiçbiri karşılıksız kalmaz. Bir X ilçesinde 50-60 gözaltı oluyor da savcı hiçbirini tutmuyorsa, Y ilçesinde başka bir savcı veya hakim alabiliyorsa, burada hangi standardı uygulayacağız biz. Birinin niyeti farklı, diğerinin farklı olabiliyor ki yargı mensuplarımızın iyi niyetli olanını tenzih ederim. Onlar kanuna bakıyor, somut delil soruyor. Bizim bu husus için getirdiğimiz şu, eğer burada can güvenliğini tehdit eden bir şey varsa, bir şüphe ortaya çıkmışsa, polis, makul şüphe, sıradan bir zan hali değil, arabayı durdurur bakar. Uyuşturucu yoksa 'buyurun kardeşim devam edin' der. Yok uyuşturucu varsa el koyar, somut delil orada oluşur. Sonra onu tutar, o uyuşturucu götüren kişiyi savcıya teslim eder. Savcı da somut delil olduğu için onu tutuklar. Ancak polis burada, seni alıp götüreyim gözaltında ilanihaye tutayım diyemez. İşte fark bu."

"ÜLKEYİ O STANDARDIN GERİSİNE GÖTÜRMEYİZ"

Bu konuya ilişkin diğer Avrupa ülkelerindeki örnekleri incelediğini söyleyen Davutoğlu, "Bizde polisin gözaltına alma diye bir yetkisi yok. Yok. Ne yaparsa yapsın. Orada maskeli mi dolaşıyor, hayır alamaz. Ne yapacak, savcıya soracak. Arabayı durdurup acaba ne var diye soramaz" dedi.

Bu konuda eleştiride bulunanların ABD ve Avrupa'daki uygulamaları dikkate almalarını isteyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bize demokrasi öğretenler, sanki biz hiç Avrupa, Amerika görmedik. Gidin bakalım New York ile Washington arasında kaç tane trafik polisi sizi kaç yolda, kaç kere durdurabilir ve her an bir şey sorabilir. Makul şüphe mi var? Yüzüne bakar, biraz doğulu görünüyorsan sorma dışında yere yatırır, arar seni. Kimse bize ders vermeye kalkmasın. Karşılarında dünyayı tanımayan insanlar yok. Her bir köşeyi biz biliriz, evrensel hukuku da biliriz. Kimse bize yukarıdan konuşmasın. 'Anadolu'dan yetişen politikacılar Avrupa'yı, Amerika'yı bilmezler, Avrupa'da olsa böyle olmazdı derler.' Biz Avrupa'nın her yerini biliriz. O standardın gerisine bu ülkeyi götürmeyiz ama o standardın istismar edilecek ölçüde dışına çıkılmışsa dengeyi sağlarız. Şimdi bir denge geliyor. Burada yapacağımız şey şu, polisin gözaltı yetkisi hiçbir zaman Avrupa'dakinin daha ötesinde olmayacak. Gerekçe olarak da olmayacak, süre olarak da olmayacak. Aynı gerekçe, aynı süre. Bazı Avrupa ülkelerinde 24 saat, bazı Avrupa ülkelerinde 48 saat, bazı Avrupa ülkelerinde 72 saat. Biz mümkün olan en optimumu bulmaya çalışacağız, buna çalışıyoruz."

"KENDİLERİNİ O SALDIRININ İÇİNDE DÜŞÜNSÜNLER"

Avrupa ülkelerinde Türkiye gibi güvenlik riski bulunmamasına rağmen bu önlemlerin alındığını aktaran Davutoğlu, "Türkiye hiçbir şekilde bu güvenlik tedbirini almasın deniliyorsa o zaman bu manzaralardan şikayet etmeyeceksiniz. Dönüp ertesi gün devlet neden otorite kullanmıyor diye bu soruyu bana sormayacaksınız ya da sizin kapınıza, sizin iş yerinizin önüne, yani o gazetelerin önüne molotofkokteyli biri geldiğinde polisi aramayacaksınız. Savcıya somut delil göndereceksiniz" dedi.

Uzaktaki bir olay hakkında, İstanbul'dan veya İstanbul'un içinde Sultanbeyli'deki bir olay hakkında İkitelli'den veya Basın Ekspres Yolu'ndan yazı yazmanın çok kolay olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ya o aynı gazetenin, iş yerinin önüne molotofkokteyli ile birisi gelse, oradaki arabaları yakmaya başlasa, duman gözünüzde büyüse ki bunu Doğu'daki iş adamlarımız yaşadı. Bunu Esentepe'de, Sultanbeyli'de, Okmeydanı'nda vatandaşlarımız yaşadı. O zaman arayacağı ilk şey polis ve tedbir isteyecek. Şimdi orada bu şekilde yayın yapan gazete, yapmayan gazeteler de var. Basını bütünüyle suçlamaktan imtina etmişimdir. Bu yayını yapanlar bir kere de kendilerini o saldırının içinde düşünsünler. Biz nasıl engelleyeceğiz o zaman bu güvenlik problemlerini. Molotofkokteyli, patlayıcı nitelikte silah olmasın. Aslında patlayıcı ifadesi daha önceki kanunlarda da var. Fakat yorumla bazı hakimler bu patlayıcı değil. Nihayet yolda birisi bile yapabiliyor. Tekniğini öğrenmişse. Olay esnasında üretiyorlar onu. Peki bu görüntüler var ya, hani neredeyse savaş görüntüleri, onların çoğu molotofkokteyli. Bankaya atıyor, iş yerine atıyor, ambulansa atıyor. Birgün gelip senin evine atılırsa, o özgürlüğü savunacak mısın? Evet molotofkokteyli bir şekilde kanuna girecek ve benzeri diye girecek. Molotofkokteylinin yer almamasının sebebi şu, diyor ki hukukçular molotofkokteyli derse yarın başka bir isimle adlandırılırsa kanuna girmiyor. ''Ve benzeri'' diyerek de benzeri şeyleri içine alacak bir yasaklama gelecek. Onu kullananların verdiği zaiat bugün gördüğümüz için kesinlikle öyle kısa bir sürede çıkmak değil. Silahlı bir saldırı neyse o da odur."

"BU İÇ DENGEYİ KURACAĞIZ"

Yüzü maskeyle kapatmanın yasaklanması için de Davutoğlu, "Maskeyi bir insan niye takar gösteride. Ben hayatı gençlik gösterilerinde geçen bir insanım. Bazen gençliğin bu tür şeyleri olur. Yani fikir ifade ederken aşırıya gidebilir, o olabilir, bu olabilir ama maske takmak 'suça hazırım' demek, 'suç işleme iradem var' demek" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Şimdi bu makul şüphe değil, somut delil değil daha suç işlememiş. Adam maske takacak, hiçbir yerinden tanıyamayacaksın. Çekecek birini vuracak. Sen ondan sonra somut delil oluştu diyeceksin, peşinden koşacaksın, kim olduğunu bile tespit edemeyeceksin. Hukukun esası mümkünse suçu engellemek, değil de suç işlenmişse en kısa zamanda gereğini yapmak.

Ayrıca birşey daha getireceğiz, Hani Kenan Evren eleştirisine cevap mahiyetinde. Bu kanunla birlikte kolluk denetim kanunu da getiriyoruz. Yani bu hakları herhangi bir şekilde istismar eden polis de aynı ölçüde cezalandırılacak. Yani istismar ediyor, birini suç işlemediği halde alıyorsa, onları da denetleyeceğiz. O da cezalandırılacak. Hiç kimse kanunun, hukukun kendisine vermediği yetkiyi kullanamaz. Verdiği yetkiyi de tamamıyla genel insan hakları çerçevesinde kullanır daha ötesine bunu taşıyamaz. Bunların hepsini bir iç dengeye kavuşturuluyor. Onun için zaman alıyor, tartışılıyoruz, konuşuyoruz. Bu iç dengeyi kuracağız. herhangi bir şekilde hiçbir vatandaşımız mağdur edilmeyecek, hiçbir özgürlük kısıtlanmayacak, aksine özgürlükler güvenlik ortamı içinde teminat altına alınacak. Kimse acaba bu gösteride maskeli biri bana kurşun sıkar mı diye düşünmeden gösteri özgürlüğünü kullanabilecek. Çünkü bazen karşıt taraflar aynı yerlerde gösteri yapıyorlar. Bunlar özgürlükleri teminat altına alıcı tedbirler olacak."