Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Doğal estetiği insani estetikle buluşturmamış olan bir şehir, şehir niteliği kazanamaz bence bunun en güzel misali de İstanbulumuzdur. Hiçbir yerde su ile toprak böylesine içiçe geçmiş boğaz ve Haliç üzerinden böylesine güzel buluşmuş bir mekan yoktur" dedi. Davutoğlu, Esenler Belediyesince Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Geleceğin Şehirleri Sempozyumu"nun gala yemeğindeki konuşmasında, bir yerde süreklilik halinde bir kültürü idrak ettiği, oluşturduğu, geliştirdiği ve aktardığı zaman o milleti, o topluluğu tarihin özne yapacağını söyledi. Bütün kadim kültürlerin, mekanla insanın buluştuğu yerde varoluşun idrak ve tarihi yansıması anlamında şehirleri kurduklarını dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti: "Zamanda özellikle şehirlerin tarihi akışı bakımından 3 evre olduğunu düşünüyorum. Kadim, modernite ve küreselleşme. Şehrin geleceği dediğimizde aslında bu üçü arasındaki sürekliliği nasıl anladığımızı, nasıl yorumlamaya çalıştığımızı ifade etmeye gayret ettiğimizi düşünüyorum. Ama önce bu mekanla ilgili boyutu ve kadimle ilgili yaklaşımı ele almakta fayda var. Hem de tam da İstanbul'da ele almakta fayda var. Bütün güzel şehirlere bakın büyüleyici güzellikleri, doğal mekan ile ümran içinde oluşan şehir mekanı arasında kurduğu uyumlu ilişkide görülür."

 Başbakan Davutoğlu, şehirlerin gerçek ruhunun ancak ve ancak el etek çektiğinde gece yarısı ya da sabah güneş doğarken ya da güneş batarken görülebileceğini hissettiğini ifade ederek, "1983 yılında Kudüs'e ilk gittiğimde bütün bir gece Zeytin Dağı'ndan Kudüs'e baktığımda Mescid-i Aksa'ya gözümü hiçbir zaman bir daha ayırmamacasına bir güzelliği temaşa ettiğim hissiyle ayrılamamıştım. Bütün bir gece neredeyse Zeytin Dağı'nda kaldım. Kudüs'ün içine girdiğinizde bir güzelliktir, Zeytin Dağı'ndan Kudüs'e baktığınızda başka bir güzelliktir" diye konuştu.

Amasya'ya gidildiğinde ise Yeşilırmak'ın o suyunun toprağa temasının ve toprağın kenarındaki yalı evlerinin ümran ile o toprakla buluşmasının insanda "işte mekan, şehrin kurulacağı yer işte burası" hissini uyandırdığını anlatan Davutoğlu, Mezopotamya'nın en güzel şehirlerinden Mardin'e gidildiğinde de evler ve mekanın bütünleşik şekilde kurulduğunun görülebileceğini ifade etti.

Davutoğlu, Van'dan Süphan Dağı'na doğru bakıldığında mekanla kurulan sağlam bütünlüğün görülebildiğini dile getirerek, "Doğal estetiği insani estetikle buluşturmamış olan bir şehir, şehir niteliği kazanamaz, bence bunun en güzel misali de İstanbulumuzdur. Hiçbir yerde su ile toprak böylesine iç içe geçmiş boğaz ve Haliç üzerinden böylesine güzel buluşmuş bir mekan yoktur" diye konuştu.

Şehir, rastgele düzenlenmiş bir mekan değildir

Davutoğlu, şehrin sadece değişik inşa malzemeleriyle rastgele düzenlenmiş bir mekan olmadığına dikkati çekerek, "Oluş ile 'kun' ile yani ol emri ile o mekanı inşa eden zihin arasındaki zihnin varoluşsal arka planı arasında bir irtibat yoksa şehir de olmaz" diye konuştu.

Bu durumun onlarca örneğinin verilebileceğini ifade eden Davutoğlu, Granada'nın böyle bir şehir olduğunu, nereye gidilirse gidilsin hangi kadim şehre gidilirse gidilsin bunun görülebileceğini dile getirdi.

Davutoğlu, kadim şehrin esasının uyum olduğunu belirterek, hemen hemen her medeniyette de bunun görülebileceğini kaydetti.

Şehirlerin kadimden aldığı birikimle moderniteyle yüzleştiklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bazı yerlerde bir dönüşüm, bazı yerlerde bir yıkım, bazı yerlerde bir tasfiye niteliğinde... Gerçekten bu mekanla şehrin buluşmasının uyumunun tahribe uğradığı anlar oldu. Şimdi baktığımızda doğu ve batı şehirlerine öyle şehirler vardır ki kadimi var, moderniteyi doyasıya bütün meydan okumalarıyla yaşamış ve küreselleşme içinde devam ediyor. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi İstanbul. Bazı şehirler var ki kadimi var moderniteyi yaşamamış. İşte biraz önce zikrettiğim Granada ya da Kurtuba'ya gittiğinizde, kadim bazı şehirlere gittiğinizde modernitenin etkisinin sınırlı düzeyde kaldığını görürsünüz. Bu şehirler bir açık müze gibi muhafaza edilebilir ama canlılığını koruması açısından birtakım zorluklarla karşılaşır."

Davutoğlu, bazı şehirlerin ise kadiminin olmadığını ve modernitesinin olduğunu, küreselleşmeye doğru gittiğini belirterek, New York'un buna bir örnek olduğunu dile getirdi.

Princeton'da bir konferansta şehirler üzerine konuştuğunda "Bizim en yeni şehrimiz Nevşehir, yani adıyla kastediyorum yoksa kadim kökenleri var, sizin yeni şehriniz olan New York'tan binlerce yıl daha eskidir" dediğini anımsatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bu şunu gösteriyor görkemiyle sizi büyüler. Neden New York'u örnek verdim. Çünkü modernite ve geleceğin şehri diye düşünüldüğünde genellikle Manhattan'ın gökdelenleri akla gelir. Zinhar bunun akla gelmemesi gerektiğini vurgulamak için söylüyorum. Eğer New York sokaklarında yürürseniz şehre nüfuz edemezsiniz, şehir size nüfuz edemez. Bir büyük tünelin içinde kaybolan sizi ezen koridorlarda, labirentlerde yürüyor hissine kapılırsınız.

Şehir size, siz şehre dokunamazsınız. 1982 yılında Manhattan'dan Harlem'e doğru gittiğimde daha metroya girer girmez belli bir noktadan sonra bütün beyazların el etek çektiği, zencilerin dünyasının başladığı ve iki dünyanın birbirine geçmeden yaşadığı iki ayrı alemi görürsünüz. Mesela bu bizim İstanbulumuz'da hiç olmamıştır. Hiçbir zaman böyle sınıfsal bir yapı üzerinde şehir insanları katmanlaştırmamış, insanlar arasında duvar kurmamıştır."

Davutoğlu,  Avrupa şehirlerinde gettolar bulunduğunu dile getirerek, "Bizim şehirlerde getto da yoktur, varoş da yoktur. Kadim şehrimizde, uyum olan yerde, insanların birbirine geçmesi, birbirini selamlaması gereken alanlarda ne binalar insanı boğmalı ne insanlar birbirini dışlamalı" diye konuştu.

Modernleşme, çağdaşlaşma adına yeni New Yorklar kurma hevesini taşımamak gerektiğini anlatan Davutoğlu, "Bizim buna ihtiyacımız yok. Biz zaten öylesine bir şehir kültürü devralmışız ki o şehir kültürü ancak ve ancak köklü medeniyetlerin olduğu diyarlarda söz konusu olur" dedi.

Davutoğlu, "1000 yılı devirmemiş şehir gerçek anlamda bir mekan, tarihin testinden geçmiş bir şehir değildir" diyerek, şehirlerin "medeniyet kuran şehirler," "medeniyet tarafından kurulan şehirler" ve "medeniyetler tarafından dönüştürülen şehirler" olarak tasnif edilebileceğini kaydetti.

Başbakan Davutoğlu, "Medeniyet tarafından dönüştürülen, farklı medeniyetleri yaşamış; kadimi, moderniteyi ve küreselleşmeyi görmüş şehirler insanlığın geleceğini şekillendirecek, insanlığın geleceğine ufuk çizecek" görüşünü dile getirdi.

Gelecekte devletlerin üst yapılar olarak önemlerini kaybedeceğini ifade eden Davutoğlu, "Şehirleri olan devletler güçlü olacak. Şehrini koruyamamış devletler güç kaybedecekler. Şehrini bir anlamda yenilemiş ama süreklilik içinde şehir kültürünü korumuş devletler, ülkeler yükselmeye devam edecek" değerlendirmesini yaptı.

Şehirlerin ne müze ne de her an değiştirilebilecek yapboz oyuncakları olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Maalesef öyle uygulamalar yaşandı ki İstanbul'un ortasından açılan o bulvarların kaç mescide, kaç külliyeye, kaç camiye mal olduğunu hepimiz biliriz. Modernleşmek Napolyon Parisinin benzeri bulvarlar açarak şehirleri tekdüzeleştirmek anlamına gelmez. Biz bunları idrak ettiğimizde maalesef şehrimizin ve ümranımızın büyük bir kısmını kaybetmiştik."

İstanbul'da bahçeli evlerin yerini yavaş yavaş apartmanların aldığı günleri yaşadığını belirten Davutoğu, o süreçte komşuluk ilişkilerinin değişimini bizzat gözlediğini söyledi. Şehirlerde komşuluk hukukunun öneminde de değinen Davutoğlu, "Komşunun hukukuna müdahil olmayacaksın, görüntüsünü kapatmayacaksın" dedi.

Davutoğlu, İstanbul'daki yeni yapılaşma ve varoşların ortaya çıkma sürecini "ıstırap verici bir süreç" diye nitelendirerek, "Şehirciliğimizin ve İstanbul başta olmak üzere yaşadığımız bu tarihi serüveni anlamamız lazım. Kadimi koruyamazsak, o kadimdeki şehir kültürünü yeni inşa malzemeleriyle ama eskimeyen bir ruhla yeniden inşa edemezsek, ümranımızı kaybetmiş oluruz" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, "Kadimden moderniyete, moderniteden küreselleşmeye geçişin imtihan yeridir İstanbul" ifadesini kullandı.

Gelecek sahibi olmak için önce şehir olmak lazım

Bir yerde doğru olanın başka yerlerde doğru olmayabileceğini vurgulayan Davutoğlu, "Modern tekdüzeleştirir ve aynen siyasal hayatta herkesi bir yekun içinde yazılıp çizilmek anlamında bir sıraya dizmesi gibi şehri de sıraya dizer, bulvar çizer, mekanikleştirir ve istenir ki o modern şehir her yerde tekrar tekrar üretilsin" dedi.

Davutoğlu, Cumhuriyet döneminde kamu binalarının tekdüze bir şekilde yapıldığını, şehirlere özgü özelliklerin dikkate alınmadığını kaydetti.  

Gelecek sahibi olmak için önce şehir olmak gerektiğine işaret eden Davutoğlu, "Şehri idrak etmek lazım. Şehri idrak etmek için çevreyi, mekanı idrak edeceksiniz. O mekanda gözünüze rahatsızlık verecek hiçbir şey yapmayacaksınız. Bu, eski kültürde vardı" diye konuştu.

Önce telafisini yapmak lazım

Başbakan Ahmet Davutoğlu, çocukluğunda kendisini en fazla tarih bilincine sevk eden şeyi, "Fatih'ten çıkıp, Divanyolu üzerinden okuluna gitmek veya sahaflardan Süleymaniye'ye yürümek, Vefa'dan Zeyrek'e geçmek" şeklinde tanımladı.

Daha sonra aradan geçen bulvar nedeniyle Vefa ile Zeyrek'in ikiye ayrıldığını dile getiren Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bunları modern gelişimi tenkit etmek için söylemiyorum ama 19. yüzyıl İstanbul imar faaliyetine bakın, Boğaz'daki cami kültürünün gelişmesinde 3 önemli imarı yaşadı İstanbul. Fetihten hemen sonra yaşanan imar, suriçindeki dönüşüm hiç rahatsız etmeden Ayasofya'dan Süleymaniye'ye geçmek ve sonrasında Eyüp'te Üsküdar'da iki tane model İslam şehri kurmak ve bunun geliştirdiği bir havza... 19. yüzyılda o kadar güzel ve orta ölçekli camilerle Boğaz'a doğru şehir yayılırken inci gibi dizilmiş camilerle Ortaköy, Dolmabahçe, Bebek, Beylerbeyi karşılıklı olarak, Karadeniz'den gelirken gözünüzü aslında o camiler yavaş yavaş büyüyerek Ayasofya'ya ve Süleymaniye'ye hazırlar. Mütevazi bir şekilde yükselirsiniz ve şehre sizi yavaş yavaş hazırlar. Peki 60'lı 70'li yıllardan sonraki cami mimarimiz acaba bunu sağlayabildi mi? İstanbul'daki cami mimarisi acaba yedi tepedeki, suriçindeki o mimarinin yanında mütevazi ama aynı zamanda gözü yormayan bir bütünlük arz etti mi? Bütün bunları düşünmek zorundayız. Kadimin moderniteyle ciddi şekilde özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında yıpratılmasının önce telafisini yapmak lazım."

Davutoğlu, yaşayan dokuyu değiştirmenin mümkün olmadığını, İstanbul'un farkının ve zorluğunun buradan kaynaklandığını dile getirerek, Kudüs ve İsfahan'ı da bu duruma örnek olarak verdi.

İstanbul'un yaşayan bir yapı olduğunu ve bunun durdurulamayacağını belirten Davutoğlu, İstanbul'un gelecek nesile nasıl devredileceği konusunda özen göstermek gerektiğini vurguladı.

Davutoğlu, "İsfahan'da o yapıyı muhafaza edersiniz ki yeni bir şey yapmanıza gerek yoktur, sosyal hayat onu da zorlamaz. Ama Tahran'da İstanbul'un bütün yanlışlıklarını görebilirsiniz, moderniteye geçişte yanlış olan şeyleri görebilirsiniz. İstanbul'u tekrar İsfahan gibi bir hale döndüremeyiz, yaşayan bir şehir, durduramayız ama İstanbul'u, İsfahan'ın özelliklerini muhafaza eden yerlerini, kültürünü, kadimini öylesine bir koruma altına alırız ki bir tek çakıl taşının orada düşmesine rıza göstermeyiz" diye konuştu.

İstanbul'un küresel bir şehir olma iddiasına işaret eden Davutoğlu, "Kadimden moderniteye geçerken, yıpranan şehir dokularını öylesine bir şehir kültürü içinde bunu yapmaya gayret ederiz ki İstanbul'un o köklü birikimini muhafaza etmekle birlikte İstanbul'un etrafında eğer küresel şehre gidişin zaruri sonuçları gibi görülecek değişimler yaşanırsa, bunu da sağlayacak altyapıyı o şehir dokusu içinde kurabiliriz" dedi.

Davutoğlu, geleceğin şehrini "mutlaka dikey anlamda büyüyen ve insan ruhunu sıkıntıya sokan, o ruhla yabancılaşan bir şehir" şeklinde tahayyül etmemek gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Bir şehrin geleceğini planlamakla bir ülkenin geleceğini planlamak arasındaki irtibatı da iyi görmek lazım. Şehirler, hinterlandlarıyla, o şehre akan insanla değişim yaşar. Eğer 50'li 60'lı yıllarda Türkiye'deki sosyoekonomik dönüşüm ve köyden kente göç bu şekilde kontrolsüz ve tamamıyla kendi tesadüfiliği içinde gelişmemiş olsaydı ve bir planlama, ümran anlayışı Türkiye'nin bütününe bakıp her bir şehri olduğu yerde muhafaza ederek, belli ölçeklerde şehirlerin büyüklüklerini tutabilmiş olsaydı, İstanbul'u da bugün daha az nüfuslu ama aynı iddialarla geleceğe hazırlamamız mümkün olabilirdi. Maalesef bunlar bir muhasebe olarak yaptığımızda gözümüzün önüne gelen hususlar."