Tarih "güç körlüğü yaşayan iktidarlar mezarlığıdır".

Ve Adaletsiz güç en zayıf güçtür der bilgeler.

Ne yazık ki "aynı suda iki sefer yıkanmaz" sözü siyasal partiler ve iktidarlar için çok da gerçekçi durmuyor.


Başarılı partiler ya da başarılı iktidarlar çoğu kez, ilginç bir yanılsamanın içinde, gerçeklikle var olan bağlarını yavaş yavaş yitirirler. Bu yanılsamanın etkisi o kadar büyük oranda körleştiricidir ki, hiç kimse gerçek anlamda ne olup bittiğinin farkına bile varamaz. Bu yanılsamaya neden olan esas algının kökeninde şu bakış açısın yatmaktadır: Başarılı bir parti ya da başarılı bir iktidar yönetimi zaman içinde ve eski başarılarının da etkisi ile bir süre sonra kendi inançları ile toplumun "sağduyusu" arasında bir özdeşlik kurar.

Parti veya iktidar yönetimi kendi inançlarını ulus veya toplum nezdinde egemen kıldığını sanır. Bu doğal ve apaçık durum, onları, hiç kimsenin hiçbir zaman için farklı olabileceklerini aklına bile getiremeyeceği şekilde toplumun "sağduyusu" ile özdeşleştirmeyi başardığı düşünülür. Artık parti veya iktidar yönetimi ile halk arasında sıkı bir örtüşmenin oluştuğuna inanılır.

Hatta, öyle ki, kimileri bu durumu ceket ve astar kadar birbirinden ayrılmaz bir biçimde, kendiliğinden ve birlikte ortaya çıktığını düşünür.

Bu durumun apaçık bir yanılgı olduğu kuşku götürmez. Çünkü sağduyuyu, bir parti ya da iktidar yönetiminin ihtiyaçları belirlemez. Belirleyemez. Sağduyuyu belirleyen onu şekillendiren ve son tahlilde ona içerik kazandıran olgu, toplumun talepleridir. Esasında sağduyu denilen olgu, giderek meşrulaşan ve yaygınlaşan toplumsal taleplerin algı biçiminden başka bir şey değildir.
 

Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplumsal koşulda parti ya da iktidarın siyasi ihtiyaçları ile toplumun sağduyusu arasında bir özdeşlik kurulamamıştır. Bu gidişi gidermek üzere üretilen kavram "ideoloji"dir ve hiçbir ideoloji bu işi kusursuzca yerine getirebilmiş değildir.

Eğer durum bu kadar açık ve net ise o zaman kendimizi kandırmamızın hiçbir makul nedeni yoktur. O zaman sorulması gereken en hayati soru şudur; bugünün Türkiye’sinde toplum, mevcut iktidarın taleplerine nasıl bir sağduyu ile cevap veriyor? Elbette bunu kamuoyu yoklamalarıyla daha gerçekçi biçimde yanıtlamak mümkün.

Ama sıradan biri olarak toplumun içine karıştığınızda ilk hissettiğiniz duygu, umutsuzluk ve bezginlik halidir. Kimileri bu durumu mental yorgunluk olarak yorumlayabilir. Belki de öyledir. Ama ben meselenin bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Benim için ölçü coşkudur. Toplumu saran genel bir coşku dalgasıdır. Bugün en yoksun olduğumuz şey heyecan ve coşku duygularının bir salgın hastalık gibi herkese sirayet etmesi değil de tam tersine, donukluğun genel olarak egemen halet-i ruhiyeyi temsil ediyor olmasıdır.
Coşkusunu kaybetmiş bir toplum siyasi anlamda hoşnutsuzluğun en inandırıcı göstergesidir. Memnuniyetsizlik önce coşkuyu kemirir ve onu bir sağduyu krizine dönüştürür. Hoşnutsuzluk ve memnuniyetsizliği aşacak yegane çözüm paketi, yeni bir siyaset etme biçimi ve onun çok kapsayıcı söylemi ile ancak mümkün hale gelebilir.
 

Eski şeyleri tekrar eden, yeni bir hikaye üretemeyen siyaset hiçbir bakımdan inandırıcılık kazanmaz.

Ve mevcut iktidar gerçeklikten öylesine kopuk yaşıyor ki, yeni bir hikaye üretmesi mümkün görünmüyor.

Tam tersi, kansere yakalanmış bedenini son derece sağlıklı bir beden olarak tarif etmeye devam ediyor, buna inandırmak için aklın kabul edemeyeceği hikayeler üreterek bizleri de gerçeklikten koparmaya çalışıyor.