Fransa'da sosyalistler yol ayrımında: Reform ya da yok oluş
Üç ay sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için tüm adaylar meydana inerken, Fransız siyasetinde ortaya çıkan sürpriz gelişmeler seçim heyecanını artırıyor.

STRAZBURG (AA) - Fransa’da yüz yıllık bir geçmişi olan ve dünyada sol akımın öncüleri arasında yer alan iktidardaki Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde içinde bulunduğu durum partinin geleceği açısından endişe yaratıyor. 

Kamuoyu yoklamalarında siyasi tarihinin en düşük oy oranı riskiyle karşılaşan partide, Cumhurbaşkanı François Hollande’ın yeniden aday olmayacağını açıklaması ile bu riskin son derece ciddi olduğu iddiaları güçlendi.

Hollande’ın aday olmaktan vazgeçmesini partideki kan kaybına bağlayan siyaset bilimciler, bir yandan da parti yönetiminden gelen çift yönlü değişim baskılarına dikkati çekiyor.

Fransa solunun merkezini bir asırdan beri yönlendiren partinin, son dönemde liberal politikalara kaydığı eleştirilerine, diğer yandan gelen, değişime ve dijital dünyanın gereklerine uyum sağlayamama eleştirileri eklendi. Sosyalist Parti eğer bu eleştirilerin ilkine yanıt verirse aşırı sola yani Jean-Luc Melenchon’a göz kırpacak, ikinci opsiyonda ise içinden çıkardığı ve kamuoyu yoklamalarına göre oy oranı partiden fazla olan eski Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron’a teslim olacak.

Siyaset bilimi profesörü ve Sosyalist Parti uzmanı Remy Lefebvre’e göre “Sosyalist Parti artık burjuvazi, eğitimli, şehirli ve halinden memnun memur kesimin oluşturduğu kitlenin partisi haline geldi. Son dönemde geleneksel seçmen tabanını temsil etmekten uzaklaştı”.

Partideki değişim ve gelenekten uzaklaşma eleştirileri Hollande’ın aslında Sarkozy’ye tepki oylarını da alarak iktidara gelişiyle birlikte başladı. Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi güçlü bir liderin karşısında Sarkozy sonrası sol bir iktidarla gittikçe sönük kalan Fransa, hem Fransa’ya dair hem de uluslararası dosyalarda hedefine ulaşamadı.

Diğer taraftan Hollande’ın 60 seçim vaadi arasında halka en belirgin ve direk şekilde yansıyan maddeler yerine getirilemedi. Ekonomide yerinde sayan bir Fransa ve işsizlik eğrisini tersine çevirmeyi bir türlü başaramayan hükümetin seçmen nazarında itibarı zedelendi. Sol hükümet üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duran aşırı sağ ve Le Pen tehlikesi de Hollande ve ekibine telafi edilmesi zor hatalar yaptırdı.

Merkel’in ve dolayısıyla Almanya’nın Avrupa Birliği’nde ağırlığı, İngiltere’nin AB’den ayrılışının Le Pen’in hanesine yazılan puanlar olduğu gerçeği, AB yönetiminde bir-iki üst düzey pozisyon dışında Fransa’nın esamesinin okunmayışı, Avrupa çapında Fransa’nın gerileyişi olarak yorumlandı.

Hollande’ın daha güçlü, uluslararası krizlerde belirleyici rol oynayan, kendi ordusunu kurabilen bir AB çağrıları, önce Suriye’ye askeri operasyon için tüm hazırlıkları yapan Fransa’nın son dakikada İngiltere tarafından yalnız bırakılması, ardından da Rusya ile gerilim ve Brexit kararları sonrası kabul görmedi.

Terör saldırıları ertesinde ortaya çıkan birlik-beraberlik duygusu kısa sürede kayboldu ve yerini siyasi çekişmelere bıraktı. 2012’de Elysee Sarayı’na çıkan Hollande ve dolayısıyla iktidara gelen Sosyalist Parti’nin yüz akı olarak gösterebileceği başarı, silah satışlarını 20 milyar avroya çıkarması oldu. Sosyalist bir hükümetin silah satışını tek başarı olarak gösterebilmesindeki ironi zaten meselenin can alıcı noktası. Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde düzenlenen askeri operasyonlar da sol iktidarın başarı hanesine artı puan kazandırmadı.

İşçi, köylü, memur sokakta

Sosyalist Parti iktidarı döneminde Fransa sokakları oldukça hareketliydi. Önce eşcinsel evliliği yasasına karşı milyonlarca kişi, aylar süren protesto ve grevlerle ülke gündemini kilitledi. Yasanın geçmesi ile birlikte sağ ve sağa yakın seçmenin hükümete olan tepkisi arttı. Ardından ekonomik nedenlerle çok sayıda gösteri ve grev Fransa sokaklarını baskı altına aldı. Çalışma yasası ve reform paketleri ile ilgili itirazlar sonrası ülkede yeniden aylar süren protesto ve grevler dönemi başladı. Sosyalist Parti’nin klasik seçmen tabanı olan çalışan kesim, sol iktidar döneminde hiç olmadığı kadar sokakta ve kendini hükümetin uygulamalarını protesto ederken buldu.

Çalışma yasasının Meclis’ten oylanmaksızın, Başbakan’a verilen ve nadir olarak başvurulan özel bir yetkiyle geçirilmesi de sol iktidara olan tepkileri artırdı.

Bu olaylara çiftçilerin et ve süt krizi sonrası yolları kapatıp, Meclis önüne gübre dökecek kadar ağır tepkilerini de eklemek gerekiyor.

Terör, OHAL ve terörle mücadele

2015 başında ve kasımında, daha sonra da 2016 temmuzunda düzenlenen terör saldırıları hem Fransa hem de Sosyalist Parti için dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Fransız halkı ilk defa bu çapta bir terör saldırısı ile karşılaşıyor, 1960’lı yıllardaki Cezayir Savaşı’ndan beri ilk kez OHAL yönetimini tadıyordu. OHAL süresince yaşam biçimine karşı getirilen uygulamalar, gözaltı, sorgu ve baskınlar aylarca manşetlerdeki yerini korudu. Terörle mücadele yasası ise son 3 yılda çok sayıda değişikliğe uğradı.

Terör saldırılarının iktidarı ve dolayısıyla da Sosyalist Parti’yi halka yakın ve bir arada tutmaya yaradığı belirtilirken, 5 yıllık dönemde bir çok kez başvurulan küskünler ve ayrılıkçılar operasyonunun da partideki bölünme ve gerilemeyi perdeleyemediği kaydediliyor.

2014’te yapılan yerel seçimlerden büyük hezimetle çıkan Sosyalist Parti’de hem yönetim hem de kabine değişikliğiyle sonuçlanan kararlar alındı. Jean-Marc Ayrault’nun yerine Başbakan olarak Manuel Valls atandı. Fransa’da sağ politikalar uygulamakla eleştirilen ve özellikle ekonomik alandaki uygulamalarda partinin yönünü değiştirmekle itham edilen Valls ve ekibi, yeni bir krizin doğuşunu hazırladı. Partinin ağır toplarından Arnaud Montebourg ve Benoit Hamon istifa etti.

Bu istifa sonrası kabineye ekonomi bakanı olarak giren isim ise, son dönemde Sosyalist Parti’nin geleceğiyle ilgili yorumlarda adı sıkça geçen Emmanuel Macron oldu. Hollande’ın Elysee Sarayı’na ekonomi işlerinden sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı olarak atadığı Macron’un aslında uzun bir siyasi geçmişi ve tecrübesi yok.

Cumhurbaşkanlığı yarışı ve ön seçimler

Sosyalist iktidarın başarısızlıklarının ardından Fransa’da bir ilk yaşandı ve ilk defa bir cumhurbaşkanı ikinci kez aday olmayacağını açıkladı. Hollande’ın yeniden aday olmayacağını açıklaması Sosyalist Parti adına iki önemli sonucun ilanı anlamına geliyordu: Hollande’ın başarısızlığı resmen kabul ettiği ve artık partide cumhurbaşkanı aday adaylığı için kıyasıya bir yarışın yaşanacağı.

Ekonomi Bakanlığı’ndan geçen nisan ayında istifa eden Macron, "Yürüyüş" adını verdiği bir siyasi hareket kurarak, ön seçime katılmayacağını ve partiden bağımsız olarak adaylığını koyduğunu açıkladı.

Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayının belirleneceği ön seçime 7 aday katılırken, tüm beklentiler Başbakan Manuel Valls’in ipi göğüsleyeceği yönündeydi.

Ön seçime giren diğer adaylar arasında 2002’de Yeni Sosyalist Parti akımının kurucuları Benoit Hamon, Arnaud Montebourg ve Vincent Peillon da vardı. İlk turun sonunda tüm beklentiler Valls-Montebourg ikilisinin ikinci tura çıkacağı yönünde olsa da gençlik teşkilatları başkanlığı da dahil partide birçok önemli görevi üstlenen ve son olarak eğitim bakanlığından istifasıyla Hollande ile yollarını ayıran Hamon, büyük bir sürprizle ikinci tura çıkmayı başardı. Fransa sağının Alain Juppe’nin François Fillon’a karşı kaybetmesiyle iki ay önce yaşadığı şoku bu sefer Sosyalist Parti yaşadı ve ikinci turda elenen Valls, seçilen ise Hamon oldu.

Sağda skandallar, aşırı sağ korkusu ve iki uç arasında kalan Sosyalist Parti

Nicolas Sarkozy ve Alain Juppe gibi favori adayları eleyerek seçimlerde sağın cumhurbaşkanı adayı olmayı başaran Fillon, son günlerde yolsuzluk ve usulsüzlük skandallarının hedefindeki isim. Eşi ve çocuklarını yıllarca danışmanı olarak çalıştırıp bunu kamuoyundan saklayan ve haksız kazanç elde eden Fillon’un adaylıktan çekilebileceği iddiaları da gittikçe artıyor.

Fransa’da yapılan son üç seçimin birinci partisi, aşırı sağ Ulusal Cephe’nin tartışmasız adayı Marine Le Pen’in iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumda asıl soru 7 Mayıs’ta Le Pen’in karşısına kimin çıkacağı. Fransa siyasi hayatı açısından bir diğer önemli soru ise, Sosyalist Parti’nin oy oranının ne olacağı.

Sosyalist Parti şimdiye kadar iki dönem François Mitterrand ve ve bir dönem François Hollande olmak üzere iki cumhurbaşkanı çıkardı. En parlak günlerini Mitterrand döneminde yaşayan parti, 2002 yılında büyük bir hezimet yaşayarak Lionel Jospen adaylığındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalmayı başaramadı. Bu sonucun etkisini uzun yıllar üzerinden atamayan parti, 2007’de Sarkozy’e karşı az bir farkla kaybederken, 2012’de ise Hollande ile yeniden eski günlerine dönüşünü ilan ediyordu. Eski günlerin şanı çok uzun sürmedi. Hem ulusal hem de uluslararası krizlere karşı uygulanan başarısız siyaset partiyi yok olma noktasına kadar getirdi.

23 Nisan-7 Mayıs tarihlerinde yapılacak iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerde Sosyalist Parti’nin adayı Hamon’a şans verilmiyor. Son tartışmalar ve ön seçim sonrası kutuplaşmalar nedeniyle parti yönetimi ve seçmenin bir kısmının Macron’u destekleyeceği, bir kısmının ise aşırı sol lider Jean-Luc Melenchon’un arkasında duracağı iddiaları var. Sağdaki fırtına kayıp vermeden atlatılırsa eğer, ikinci tura Le Pen-Fillon veya Le Pen-Macron ikilisinin kalacağı tüm anketlerin birleştiği sonuç.

Bu durumda Fransız sol geleneğinin cevabını merakla beklediği iki soru ortaya çıkıyor: Sosyalist Parti’nin oy oranı ve Macron’un ikinci tura kalıp kalamayacağı. Son 3 yılda yapılan kamuoyu yoklamalarında partinin oy oranı yüzde 20’nin üzerine çıkamazken, son aylarda bu oran yüzde 10 civarında olarak gösteriliyor.

Anketlerde yükselişte olan Macron’un Sosyalist Parti’den yüzde kaç oranında oy koparacağını ise şimdiden kestirmek zor. Sol seçmenin liberal politikalar yanlısı Macron’u tercih etmesi Sosyalist Parti’de büyük fırtınaların kopacağı ve bölünmelerin yaşanacağı anlamına gelecek. Her iki durumda da Fransız siyasetinin yüz yıllık partisini gelecek aylarda büyük sorunlar bekliyor. Ya değişecek, geleneksel kırmızı çizgilerini yeniden gözden geçirecek, ya da aşırı sol ve liberal sol arasında silinip giden bir partiye dönüşecek.

PASOK örneği

Fransız solunun son dönemde yapılan anketlerde yakaladığı başarısız oy oranı, Yunanistan’da PASOK’un yaşadığı gibi bir kaderin Sosyalist Parti’yi de beklediği iddialarına yol açtı.

1974’ten 2012’ye kadar Yunan siyasetini yönlendiren PASOK, bu tarihten itibaren aldığı seçim yenilgileriyle adeta siyaset sahnesinden silinmeye mecbur bırakıldı.

Yaklaşık bir yıl önce Le Figaro tarafından yapılan bir ankette, Sosyalist Parti’nin siyaset sahnesinden silineceğini düşünenlerin oranı yüzde 81 olarak kaydedildi. BVA kamuoyu araştırma şirketi tarafından değişik tarihlerde düzenlenen anketlerde de Sosyalist Parti’nin aşırı sol lider Melenchon’un gerisinde kalabileceğine işaret ediliyor.

"Boyun Eğmeyen Fransa"yı temsil eden ve sol ve aşırı solun değişik tonlarını birleştirmeyi başaran Melenchon, yüzde 10’dan fazla oy oranıyla Sosyalist Parti’nin korkulu rüyası haline geldi. Orleans Üniversitesi Çağdaş Tarih Profesörü Jean Garrigues, bu durumun Fransa’da 1970’lerden sonra bir ilk olduğunun altını çiziyor. Garrigues mevcut durumu, “Aşırı sol bir adayın Fransa’da Sosyalist Parti adayını anketlerde geride bırakması yeni bir durum ve Sosyalist Parti için endişe yaratacak bir gelişme. Macron’un hareketine katılıp yarışa girecek bir sosyalist tabandan söz ediliyor. Burada en büyük fark, Macron’un sosyalist bir aday olarak yarışmayacağıdır. Yani sol seçmen sol adına adaylığını koymayan birini destekleyecek. Son gelişmeler sol seçmenin Melenchon’dan ziyade Macron’a doğru yöneleceğine işaret ediyor.” şeklinde ifade ediyor.

Bu noktada Fransız solu için Yunanistan modeli yakıştırması kaçınılmaz hale geliyor. Sosyalist Parti’nin PASOK’a dönüşmesi ve Melenchon’dan bir Çipras çıkarmak, son dönemde Fransız siyasetinin ciddiyetle üzerinde durduğu ihtimaller.

Sol seçmenin yöneleceği Macron’un kazanması ise, tarihi anlaşmazlıklar ve kurumsal çatışmalar yaşayan iki cephe arasından sessizce sıyrılıp hem sola hem de Fransa siyasetine yeni bir model kazandıracağı anlamına geliyor.

Son olarak, solun kendini yeniden tanımladığı, değişen dünyada yeni yerini aradığı bir dönemde Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri büyük sürprizler vadediyor. Fransa’daki seçimler AB’nin geleceği açısından da oldukça kritik. Fransız solunun alacağı sonuçlar, bu yıl Almanya’da yapılacak seçimlere de büyük etki edecek.